Öfke mi, bal mı daha tatlı?

“Öfkenin baldan tatlı olduğu”, son derece yanlış bir düşünce. Öfke ve benzeri olumsuz duygular, zamanla bedensel ve ruhsal sağlığı bozuyor.

Haberin Devamı

Öfkenin olumsuz duyguların en zararlılarından biri olduğunu gösteren bilimsel veriler artıyor. Amerika’nın önemli üniversitelerinden Stanford’da yapılan bir çalışma da öfke ve benzeri olumsuz duyguların zamanla bedensel ve ruhsal sağlığı da bozduğunu net ve açık olarak gösteriyor.
O araştırmaya göre özellikle “öç alma” duygusunun yani “bir türlü affedemeyip öfkeyi içinde biriktirerek çoğaltmanın” kalp ve beyin sağlığını tehdit ettiği anlaşılıyor.
Zaten bu nedenle de kardiyologlar yani kalp sağlığı uzmanları öfkenin kalp krizlerini tetiklemesinden korkuyorlar.
Nörologlar (sinir sağlığı uzmanları) da öfke konusunda endişeliler. Onlara göre de uzamış öfke hali sinirsel ve/veya ruhsal hastalıkların, özellikle de bellek sorunlarının önemli tetikleyicilerinden biri.
Öfkenin zararları sadece beyin ve kalple sınırlı olsa neyse. Sırada başkaları da var. Eklem sağlığı uzmanları (romatologlar) da kontrolsüz öfkenin bazı romatizmal hastalıkların yol göstericisi olabileceğini gösteriyor.
Öfke, hormon dengemizi de alt üst edebiliyor. Özellikle tiroit hastalıklarıyla kontrolsüz öfke süreçleri arasında ilişki olabiliyor.
Kısacası, “öfkenin baldan tatlı olduğu” fikri son derece yanlış bir düşünce.

Haberin Devamı

Öfkeyi bırak affetmeye bak!

Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmayı yürüten Dr. Frederick Luskin’in bu konuda bir kitabı da var: “İyilik İçin Affedin”
Dr. Luskin, kitabında bakın ne diyor: “Kızgınlık, acı, depresyon ve stresi azaltıp; umut, sabır ve kendine güven gibi olumlu ruh hallerini çoğaltmak, sağlık ve mutluluk için tıbbi bir reçete, mucize bir ilaç kadar etkilidir.”
Netice şu: Zaman zaman öfkelenmemek mümkün değil. Ama öfke kontrolü, medeni her insanın başarabileceği bir süreç. Öfke kontrolünün birinci ilacı ise affetmek!

Sağlıkta büyük değişim başladı!

Son 15 yılda sağlık alanında mükemmel işler yapıldığını kimse inkâr edemez. Sağlık Bakanlığı’nın, sayın Dr. Recep Akdağ ile müthiş bir atağa geçip başarılması güç değişimleri ardı ardına gerçekleştirdiği de kesin.
10 yıla yakın Türkiye’nin en büyük hastanelerinden birini -Ankara Numune Hastanesi- yöneten eski bir başhekim olarak bu değişikliklerin beni de şaşırttığını söyleyebilirim.
Hastanelerimiz şimdi daha derli toplu. Sağlık sistemimiz daha düzgün ve düzenli. Sağlık kayıtları, ilaç takipleri daha düzenli tutuluyor.
En mühimi de şu:
Halkla hastaneler arasındaki köprüler açık hale geldi. Herkes istediği hastaneye, hekime imkânları ölçüsünde ulaşabiliyor.
Sağlıktaki değişimin en etkili sonuçlarından biri de acil sağlık hizmetlerinde alındı. Sağlık sistemimizin kanayan yarası “acil sağlık” sorunu çözümlendi.
Bütün bunlar memnuniyet verici şeyler, olumlu işler.
Beni en çok sevindiren gelişme ise Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı “İKİNCİ REFORM PAKETİ” oldu. Bu yeni pakette önleyici ve koruyucu sağlık hedefleniyor.
Anlaşılan o ki Sağlık Bakanlığı yeni dönemde toplumu hastalıkların tedavisi kadar hastalıkları önlemenin çareleri yönünden de eğitecek, destekleyecek. Bu memnuniyet verici gelişmeyi yürekten destekliyorum.
Dr. Recep Akdağ ve ekibi sağlıkta asıl değişimi şimdi başlatıyorlar. Tebrikler!

Haberin Devamı

Ürik asit, kolesterol ve şeker kadar önemli

Gut hastalığının “ürik asit” isimli maddenin vücudumuzda fazla miktarda birikmesi sonucu ortaya çıktığı biliniyor. Ürik asit “pürin” yapısındaki maddelerin yıkımı sonucu oluşan bir tür protein.
Kanda ürik asit artınca eklemlerde, öncelikle ayak başparmağı ekleminde birikiyor. Eklemlerde ağrılı şişlikler, hatta bazen “gut krizi” olarak bilinen dayanılması güç “başparmak artriti” atakları ortaya çıkıyor.
Ürik asit fazlalığının “böbrek taşları”na yol açtığı, kalp kapaklarını ve damarları da bozduğu uzun süredir biliniyor.
Ancak son yıllarda şaşırtıcı bir şekilde artan “hiperürisemi” probleminin arka planında yalnızca pürinden, proteinden zengin beslenmenin değil, yiyecek ve içeceklerimize eklenen “nişasta bazlı şekerlerin” yani früktoz şurubunun (ve hatta aşırı meyve, meyve suyu tüketiminin)  fazlalığının da etkisi olduğu anlaşılıyor.
Yani fazla miktarda früktozun yalnız trigliseridi artırmak, karaciğeri yağlandırmak, insülin direnci geliştirerek kilo aldırmak, şişmanlatmak gibi günahları yok.
Früktozun fazlası ürik asit artışını da tetikliyor.
İnsülin direnci sorunu olanların çoğunda ürik asidin de yüksek bulunabileceği unutulmamalı!

Haberin Devamı

Hafif şeker tehlikesiz mi?

Şeker hastalığının tahribatları, daha hastalık ortaya çıkmadan yıllar öncesinde, “insülin direnci” ve “gizli şeker” evresinde baş gösteriyor. Bu dönemlerde bile damarlarda kireçlenmeler başlıyor.
Çoğumuz kan şekerimiz 150’leri, hatta 200’leri geçmedikçe işi yeteri kadar ciddiye almıyoruz. Açlık şekerimiz 120-150 hudutları arasında geziniyorsa “Bende nasıl olsa hafif bir şeker hastalığı var, bir şey olmaz!” diyoruz.
Oysa hafif diyabette de ciddi damar hasarları ve buna bağlı kalp krizleri, felçler, böbrek yetmezlikleri, körlükler oluşabiliyor.
Özeti şu: Şekerin hafifi olmaz, diyabet diyabettir ve her türlüsü ciddi bir tehdittir. Diyabetin tehdit olmaktan çıktığını söyleyebilmek için de üç aylık şeker ortalamanızı gösteren HbA1c değerlerinizin yüzde 5.8’in, en azından yüzde 6’nın altına düşmesi gerekir. 

Haberin Devamı

Koruyucu sağlıkneden daha önemli?

Sağlığı korumak, hastalığı tedavi etmekten hem daha ucuz hem de daha garantili bir yol. Özellikle modern ve geleneksel sağlık yaklaşımları dikkatli bir şekilde kombine edilebilirse bu yeni reform sayesinde daha sağlıklı bir toplum haline geleceğimiz kesin.
Koruyucu ve önleyici sağlık uygulamaları hayata geçirilmeden sağlıkta başarılı noktalara ulaşmamız zaten mümkün olmayacaktı.
Peki, bu aşamada neler yapılacak? Sanırım öncelik sağlık eğitimine verilecek. Hareketli/aktif hayatın, yani egzersizin, kaliteli uykunun, doğru beslenmenin, stres yönetiminin, huzura odaklı bir hayat tarzı geliştirmenin önemi konusunda halka yoğun eğitimler verilecek.
Bu eğitimlerde o kadar ileri gidilecek ki gelecekte polikliniklerde yemek pişirme dersleri verilirse, annelere yiyecek seçimi, pişirme ve saklama yöntemleri konusunda bilgilendirme kampanyaları başlatılırsa hiç şaşırmayın.
Eczanelerde sızma zeytinyağı ya da benzeri kaliteli doğal sağlıklı bitkisel ürünler satıldığını görünce de “Bu nereden çıktı?” demeyin. Çünkü geleceğimiz biraz da gıdaları ilaç gibi görmeye, onları ilaçlar yerine ve ilaç gibi güvenerek kullanabilmemize bağlı. 

Haberin Devamı

Yaşlandıkça daha mı çok kaşınırız?

Kaşıntı, yaşlılarda en sık rastlanan sorunlardan biri. Genelde önce kollar ve bacaklarda görülen, sonra da tüm vücuda yayılabilen kuruma ve kepeklenme olur. Bunu kaşıntılar izler.
Düşük ısı ve azalan nem nedeniyle kış aylarında kaşıntı daha da artar.
Nispeten sıcak su ile yapılan banyolar da yakınmaları şiddetlendirir.
Alerjik sorunları olanlarda yünlü veya sentetik giysilerin kullanılması kaşıntıyı alevlendiren bir başka etmendir.
Yaşlılarda kaşıntı, önemli bir sistemik hastalığın belirtisi olabileceği için hemen değerlendirilmelidir.
Kaşıntının nedeni, böbrek yetmezliği, şeker hastalığı, tiroit sorunları, demir eksikliği, karaciğer hastalıkları, vitamin dengesizlikleri, bağışıklık sorunları ve kullanılmakta olan bir ilaca bağlı yan etki ya da alerji olabilir.
Kserozis, liken, prurigo, ekzema, miliaria gibi cilt sorunlarının önde gelen belirtisi de kaşıntıdır. Psikolojik sorunlar da kaşıntı yapabilir. Yaşlı ciltlerin güneş, nem ve diğer dış etmenlere karşı daha dikkatle korunması gerekir.
Uzmanın önereceği tedaviyi dikkatle ve sabırla uygulamak, kaşıntıyı da onun yaratacağı tahriş, ciltte çizilme ve yırtılma ile başlayan enfeksiyon (bakteri, mantar vb...) riskini de azaltır.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları