Paylaş
Genetik miras yaşam kalitemizi ve ortalama yaşam süremizi belirleyen önemli bir faktör ama ailemizin binlerce yıldır taşıyıp bize ulaştırdığı genlerimizin bu rolünü fazlaca abartanlar da var. Onlar bizi genlerin yönettiğini, beden ve ruhumuzun genlere hizmetle görevlendirildiğini ileri sürüyorlar. Onlara göre “mal sahibi (!)” biz değil, genlerimiz. Biz olsa olsa “kiracı” veya “devre mülkçü” (!) olabiliriz. Bu yaklaşım bir ölçüde doğru da olsa aslında fazlaca abartılıdır. Doğrudur zira az da olsa biz genlerimizin talimatlarına göre yer, içer, dolaşır, gezeriz! Ama bilelim ki genetik mirasımızın sağlığımız ve hayat süremize etkisi aslında yüzde 30’ları geçmez. Diğer taraftan yeni bilimsel çalışmalar/”EPİGENETİK YAKLAŞIMLAR” genetik mirasın değiştirilebileceğini de gösteriyor. Yani iyi ve güzel yaşar, beden ve ruhumuzu iyi besler, kendimize iyi bakarsak, modern bilimin bize sunduğu avantajlardan istifade etmeyi başarabilirsek kötü bir genetik miras bile adeta siner, susar, depresyona girer(!), hatta değişebilir. İyi bir bilimsel değerlendirmeyle doğru belirlenen bazı genetik kusurların kötü etkileri, hayat tarzında yapılacak değişikliklerle azaltılabilir. Mesela kalp hastalıklarına eğilimli bir genetik yapınız varsa sigara içmemek, düzenli egzersiz yapmak, bol bol balık yemek, uykudan taviz vermemek, stres yükünü hafifletmek bu kötü mirasın olası zararlarını hafifletir. Ek olarak kan şekerinizi, kolesterol seviyelerinizi, tansiyonunuzu iyi izler, sorunları tıbbi tedbirlerle kontrol edebilirseniz oluşabilecek sorunları ya hiç yaşamaz ya da hafifletir, daha ileri yaşlara ertelersiniz. Son yıllarda giderek daha çok gündeme gelen “EPİGENETİK” yaklaşımların hızla popülerleşmesinin nedeni de zaten budur. Bilelim ki ailemizden bize kalan genetik miras da ekonomik mirastan farklı değildir. İyi ve doğru kullanıldığında bize hizmet ederken kötü ve yanlış kullanıldığında bir sağlık törpüsüne dönüşebilir.
ÖNEMLİ PROBİYOTİK TAKVİYE HERKESE LAZIM MI
Takviye kullanımında biraz abartılı davrandığımız, ölçüyü kaçırdığımız kesindir. Probiyotik takviyelerde de böyle bir abartılmış gelişme var. Çoğumuz probiyotik takviyeleri ya gereksiz ya da bilinçsiz kullanıyoruz. Herkese her probiyotiğin yaramayacağını, farklı probiyotiklerin farklı alanlarda işlev gördüğünü, işin içine doz ve süre faktörlerinin de girdiğini bilmiyoruz.
Birkaç gün veya haftalık probiyotik takviyesinin yeterli olacağını sanıp onları yangını söndüren “itfaiye erleri” zannediyoruz.
Oysa takviye olarak kullandığınız probiyotik bakterilerin bağırsaklarınızdaki ömrü en fazla 2-3 hafta kadar. Etkili bir probiyotik güç kazanabilmek için de onları en az 2-3 ay süre ile kullanmanız lazım.
Zira bağırsaklarda bozulan dengeyi iyileştirebilmeleri, yerleştikleri yeni ekosistem ve çevrede üreyip çoğalabilmeleri, yeni bir güç ve biyolojik denge oluşturabilmeleri, kısacası mikrobiyotayı dengeleyip ona yön verebilmeleri zamanla hallolabilecek bir süreçtir. Eğer herhangi bir probiyotik desteğe ihtiyacınız olduğunu düşünüyor ya da probiyotik gücünüzü arttırmaya kararlıysanız lütfen bu işi de hekimlere ya da eczacılara bırakın. En azından konu hakkında daha çok bilgi edinmeye çalışın.
İYİ HABER PROBİYOTİK GÜCÜ ARTTIRAN BESİNLER NELER
Eğer “Bağırsaklarımdaki biyolojik dengem kolay kolay bozulmasın” diyorsanız daha fazla fermente besin, daha sık probiyotik (ayran, yoğurt, kefir, turşu, sirke) gıda tüketin. Bağırsaklarınızdaki mikropların hoşuna giden, onlara besin olan yiyecekleri (soğan, sarımsak, kabak, avokado, yer elması, pancar, baklagiller, elma, armut, yarı olgun muz, badem, sebze) daha sık ve bol yiyin. Probiyotik düşmanı antibiyotikleri de rastgele kullanmayıp, probiyotik zehri besinlerden (şeker, un, kızartmalar) uzak durmaya bakın.
HATIRLATMA İNSÜLİN DİRENCİNE DİKKAT!
Giderek büyüyen, patlama noktasına varan, toplumsal bir tehdit haline gelen pek çok sağlık sorunumuz var ve bunların en önemli tetikçilerinden birinin “İNSÜLİN DİRENCİ” olduğu kesin. Son 10 yılda tam bir patlama sürecine giren karaciğer yağlanması, kilo fazlalığı/obezite, tip 2 diyabet salgınında da insülin direnci en önemli faktör ve belirleyicidir. Aşırı insülin yükü/üretimi esas sebep, tip 2 diyabet ise bir neticedir. Hastalığın başlangıç dönemindeki insülin direnci meselesi halledilmeden sadece diyabet hapları ile meseleyi çözmeye çalışmak yeterli değildir. Problemin çözümü esas olarak insülin yükünü azaltmak ve şeker/insülin dengesini yeniden hayata geçirmek ile ilgilidir. Diğer taraftan bilelim ki aşırı insülin üretimi önümüze sadece tip 2 diyabet ve neticeleriyle ortaya çıkmıyor. İnsülin fazlalığı yalnızca kan şeker dengemizi alt üst etmekle de kalmıyor. İnsülin seviyesi arttıkça “hipertansiyon, damar sertliği, bellek bozukluğu hatta bazı kanserler” bile devreye girebiliyor. Kısacası kandaki insülin yükünün artması son derece önemli bir sağlık tehdididir. Özellikle bel çevresi genişleyen, göbekleri büyüyün çocuk, yetişkin, yaşlı herkesin süratle insülin seviyelerini kontrol ettirmelerini ve eğer yüksekse -5’in üzeri yüksek kabul edilmeli, 8’in üzerindeki değerler için hemen harekete geçilmelidir- nasıl azaltılabileceği konusunda bilgilenilip harekete geçilmelidir.
Paylaş