Paylaş
Bugün fırından, bakkaldan ya da marketten aldığınız beyaz ekmek geleneksel mayalı tam tahıllı ekmekten çok farklı. O, ekmekten ziyade endüstriyel bir un ürünü. Endüstriyel bir unlu besin!
Beyaz ekmekte ne doğru dürüst posa/lif, vitamin, mineral, ne de işe yarayacak başka bir sağlıklı madde var. Geçici olarak tok tutan yüksek kalorili bir besin sadece. Yenildikten hemen sonra kan şekerini yükseltiyor, pankreası tahrik edip insülin patlamalarına yol açıyor.
Bu da insülin direncine davetiye çıkarıp şeker hastalığına zemin hazırlayabiliyor. Dahası, içeriğindeki yüksek gluten nedeniyle sindirim ve bağışıklık sisteminde hoşa gitmeyen reaksiyonlara sebep oluyor.
Kısacası belki biraz tok tutuyor –ki orası bile biraz şüpheli, çünkü yol açtığı hipoglisemi atakları nedeniyle kısa bir süre sonra yeniden acıkıyorsunuz- ama bir taraftan şişmanlatırken diğer taraftan bağışıklığınızı zayıflatıp yaşam kalitenizi bozuyor.
İyisi geleneksel olanı
Eğer ekmek derken kastettiğiniz ekmeğin, “tam tahıllı ve ekşi mayayla hazırlanmış” olanı ise işte orada biraz durun! Çünkü o ekmeğin makul miktarlarda tüketilmesi sağlığımıza zarar vermek yerine fayda sağlar.
Ekşi maya ile yapılmış tam tahıllı ekmeklerin posa içerikleri çok yüksektir. Vitamin (özellikle E vitamini ve B vitaminleri) ve mineral gücü de fazladır.
Ayrıca ekşi mayayla hazırlandıkları için de gluten muhtevaları “maya sindirimi” sayesinde bir hayli azalır. Dolayısıyla bu şekilde hazırlanan geleneksel ekmekler sağlığımıza zararlı değil, faydalıdır. Ama burada bile miktarı dikkate almanızı ve ölçülü yemenizi öneririm.
Sonuç şu...
Özeti şu: Beyaz undan yapılan beyaz ekmek adeta pamuk gibi. Ama ne yazık ki vitaminlerden, özellikle E ve B vitaminlerinden, doğal yağlardan, minerallerden ve posadan yoksun endüstriyel bir ürün.
Sağlığa faydalı olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Tabii ki “ekonomik nedenler“ söz konusu olduğunda “beyaz ekmek yenmesin!“ demek pek geçerli olabilecek bir önerme değil. Ama beslenme açısından doğrusu bu. Ekşi mayalı ekmeğe gelince: Tam tahıldan ekşi maya kullanılarak üretilen geleneksel ekmeği ise güvenle yiyebilirsiniz.
UNUTMAYIN
İşte bazı örnekler
Herhangi bir nedenle bel emarı (MRI) yapılanların neredeyse yüzde 50’sinden fazlasında az veya çok kaymış bir bel omuruna yani bel fıtığı durumuna rastlanıyor. Peki, bunların hangileri, ne zaman ve ne oranda ciddiye alınacak?
Yine sıradan diz ağrıları nedeniyle diz emarı (MRI) uygulananlarında ortalama yüzde 40’ında menisküs hasarı saptanıyor. Peki, bunların hepsi ameliyat edilmeli mi?
Tansiyon aleti kadar sık kullanmaya başladığımız ultrasonografik taramalarda saptadığımız safra kesesi taşları da mühim bir sorun. Hayatının hiçbir döneminde safra kesesi hastalığı belirtisi yaşamayan, hiçbir şikayeti olmayanların da neredeyse yüzde 10’unda ultrason taramaları safra kesesi taşları yakalıyor.
Peki, bunların hepsini ameliyat mı etmeliyiz? Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Akciğer tomografisi yapılanların mühim bir kısmında nodüller saptanabiliyor. Nodül kanser anlamına mı geliyor? Ya da her nodül ileride kansere dönüşebilir diye takip edilmeli mi?
Tiroid ultrasonu uygulanan kadınların neredeyse yarısında da bezin bir yerlerinde nodül var. Ama bunların neredeyse onda dokuzuna boş verip sadece onda birini takibe almak yeterli.
Kısacası taramalarda saptanan her bulgu mutlaka yok edilmesi gereken bir hedef gibi görülmemeli. Taramalardan vazgeçmemeli ama elde edilen sonuçlar bilgiyle, tecrübeyle, deneyimle
ve tarafsız bir gözle
yorumlanmalı.
Sağlık taramaları şart mı
Sağlığımızın da hayatımızın pek çok alanı gibi “korunup kollanabilen” bir güç olduğunu geç de olsa çok şükür öğrendik. Her yıl en az bir kez yaptırdığımız sağlık riski taramalarıyla birçok hastalığı erkenden yakalayabiliyoruz. Bırakın erken yakalamayı bazen daha tasarım halindeyken önceden de tahmin edebiliyoruz.
Neticede o hastalıkların oluşmalarını engelleyebiliyor, en azından gelişmelerini hafifletip yaratabilecekleri sorunları minimuma indirme fırsatı yakalayabiliyoruz. Ama bütün bu güzel bilgiler daha fazla taramanın daha çok sağlık anlamına geldiğini de göstermiyor. Maalesef bazen tam da tersi durumlar oluyor.
Taramalarda ortaya çıkan lüzumsuz, anlamsız, önemsiz bazı bulgular –ki bunların çoğu basit biyolojik sapmalardır- abartılabiliyor. En azından bilemeyerek yanlış yorumlanıyor. Neticede kafamız karıştırılıyor.
Şunu unutmayalım: Hepimizde biz bu taramaları yaptırmasak zaten var olabilecek bir değil, birçok anormallik her zaman var ve bulunabilir. Taramaların genişliği arttıkça da bu anormalliklerin (hastalıkların değil anormalliklerin) sayısı artar. Diğer taraftan hiçbir belirti vermeyen bazı anormallikler de ileride hastalık yapabilecekleri için yürek sıkıntısına yol
açmamalı.
BİR NOT
Portakalda neler var?
Portakal C vitamini ve hesperidin isimli flavonoid mucizesinden çok zengin bir meyve. Özellikle hesperidin bakımından onunla yarışabilecek bir başka meyve yok gibi. Ama portakalın gücünü yalnızca C vitamini ve hesperidinle sınırlamak da haksızlık olur.
Portakal ve diğer turunçgillerin kabuklarının iç tarafındaki beyaz bölüm pektin doludur.
Lütfen bu beyaz bölümleri faydasızdır deyip atmayın, tersine afiyetle yiyin. Portakalda folik asit de bol miktarda bulunuyor. Folik asit çok güçlü bir anti tümör vitamin.
Bir başka ayrıntı da şu: Portakal ve diğer turunçgillerin kabuğundan da faydalanmaya bakın.
Yapacağınız şey basit: Biraz ılık suyla portakalı iyice yıkayın. Salatalarınıza, tatlılarınıza, çorbalarınıza eklemeyi deneyin. Kabukta bol miktarda limonen bulunuyor. Limonen güçlü bir antikanser. Hücre büyümesini tetikleyen proteinlerin çalışmasını yavaşlatıyor.
Son bir önerim daha var: Portakal suyunun faydalı olabileceği doğru ama fazlası “fruktoz bombası” etkisi yapıyor. Hipoglisemiyi tetikleyip kilo aldırabiliyor. Bu nedenle sabah kahvaltısında koca bir bardak yerine çeyrek, bilemediniz yarım bardak portakal suyu ile yetinmelisiniz.
BİR BİLGİ
Egzersizde nabız hızı ne olmalı
Hafta başında verdiğim formülü çoğu okur “fazla muhafazakar“ bulup eleştirdi. O formülün 50 yaş sonrası için daha güvenli olduğunda ısrarlıyım.
Özellikle egzersize yeni başlayanlar için egzersizde nabız hızı “220-yaş” çarpı 0.70’ten fazla olmamalı. Ayrıca benim egzersiz yoğunluğu konusunda muhafazakar olduğum da doğru. Eğer olimpiyatlara hazırlanmıyorsanız (özellikle 50’den sonra) 45-60 dakika tempolu yürümeniz bence yeterli.
Paylaş