Paylaş
Mevsim kış, havalar da soğuk olunca yanıt sanki “boza” olmalı gibi geliyor ama siz gelin, “daha çok probiyotik” diyorsanız bozaya, “bana probiyotikle birlikte antioksidan da lazım” diyorsanız şalgama öncelik verin.
Probiyotik zengini içeceklere ilgi son yıllarda çok fazla. Bu grupta turşu suları, Kombucha ve kefir de var ama en çok tercih edilenler şalgam ve boza.
Kombucha ile henüz yeni yeni tanışıyoruz. Müthiş faydalı, ekonomik, bir o kadar da sağlıklı bir probiyotik seçeneği. Ne var ki bize azıcık yabancı.
Boza ise tıpkı ayran gibi bize özgü bir içecek. Darı irmiği, şeker ve sudan yapılıyor. Sağlığa mükemmel faydaları var. Müthiş bir prebiyotik kaynağı.
Bağırsaklardaki dost bakterilerin daha iyi beslenip çoğalmalarına ve bize daha faydalı olmalarına yardım ediyor. Yüzyıllardır bilinen bağışıklık güçlendirici özelliği de muhtemelen bu etkisinden kaynaklanıyor.
Diğer taraftan güçlü bir enerji getirisi de var. Bir litresi yaklaşık bin kalori kadar enerji veriyor. Bu nedenle bir bardak boza ile yetinmenizde fayda var.
Üzerine toz tarçın eklemeyi ihmal etmeyin. Tarçın bozanın sadece lezzetini artırmakla kalmıyor, kan şekerini yükselten etkisini de kontrol altına alıyor. Şalgama gelince... Yandaki kutuda detayları bulabilirsiniz.
Şalgamda neler var?
En önemli ham maddesi mor havuç olan şalgam suyu tam bir A vitamini deposu.
Şalgam suyu üretiminde mor havuçla birlikte kullanılan şalgam turpu, az tuz, bulgur mayası ve acı süs biberiyle iştahı açıyor, vücuttaki toksinleri atıyor, sindirimi kolaylaştırıyor.
Mide ve karaciğere faydalı, B grubu vitaminleri de içeren şalgam suyu kalsiyum ve potasyum yönünden çok zengin.
Bağırsakları da çok iyi çalıştırıyor.
Hücre yenileyici özelliği de bulunan şalgam suyunun içerisinde sıfır şeker bulunuyor.
Yani şalgamın kalorisi
bozadan daha az, antioksidan gücü ise daha fazla.
Buna karşılık bozanın probiyotik gücü şalgamdan daha fazla.
Tercihinizi buna göre yapmalısınız.
Kilo almak istiyor musunuz?
Bizi izleyenleri genelde fazla kilo sorunu ile mücadelede işe yarayacak bilgilerle donatmaya çalışırız.
Bu nedenle de zaman zaman tam tersi bir sorunla yani “aşırı zayıflık” problemiyle boğuşanlardan serzeniş alırız. Sizden gelen sorularda yine böyle bir serzeniş durumu var ve işte bizim yanıtlarımız...
- Protein içeriği güçlü ara öğünler alın: Ara öğünlerde yoğurt, ayran, süt, peynir gibi protein yapısı güçlü besinler tüketin. Proteinden güçlü kuruyemişleri, fındığı, bademi, cevizi tercih edin.
- Pirinçten istifade edin: Pirinç yüksek nişasta içeriği, yoğun kalorisi, kolay hazmı nedeniyle “kilo kazanımına yol açan” gıdalardan biridir. Kilo azlığı probleminiz varsa beslenme planınızda pirince daha sık yer verebilirsiniz.
- Patates: Bu da yoğun bir nişasta kaynağı ama siz yine de kızarmışını değil haşlanmışını ya da süt ile hazırlanmış püresini tercih edin.
- Kuruyemişler: Kuruyemişin her türlüsü hem sağlıklı hem de yüksek kalorili. 100 gram fındık, ceviz, badem ya da yer fıstığı ortalama 600 kalori içeriyor.
Ayrıca kuruyemişlerin içindeki proteinler ve yağlar da son derece sağlıklı. Üstelik tümü minerallerden ve vitaminlerden de zengin.
- Öğün atlamayın: Öğün atlayanların ve düzenli aralıklarla gıda tüketmeyenlerin kilo ayarı bozuluyor.
Tıbbi stratejiler değişiyor mu?
Günümüzde böbrek uzmanları (nefrologlar) da eskiye göre farklı sorunlar ile uğraşıyor. Streptokok ve diğer mikrobik hastalıklara bağlı “akut nefrit”lerden ziyade obezite, hipertansiyon ya da diyabete bağlı kronik böbrek yetmezliklerini tedavi etmek ile meşguller.
Mide–bağırsak-karaciğer uzmanlarımız ise (gastroenterologlar) mide ülserlerinden çok reflü sorunu, insülin direncine bağlı karaciğer yağlanması, aşırı kırmızı et ve az posa tüketimine bağlı kolon kanserleri veya bağırsaklardaki biyolojik ahengin bozulması sonucu gelişen fonksiyonel ya da iltihabi bağırsak hastalıklarını (disbiyozis, sibo, leaky gut) teşhis ve tedavi etme gayretindeler.
Dünün “basit guatr” salgını ile baş etmeye çalışan hormon uzmanlarının (endokrinologlar) da işleri bir hayli farklılaştı. En mühim problemleri Haşimoto hastalığı ve Tip 2 Diyabet oldu.
Şu kesin: Saydığımız bu yeni ve kronik sağlık sorunlarının tümünün beslenme ve diğer “yaşam tarzı” yanlışlarımız ile irtibatını gösteren bulgular sürekli artıyor.
50 yıl öncesinde 60’lı yaşlardan sonra rastlanan Tip 2 diyabetin çocuklarda bile salgın boyutuna ulaşmasının arkasında “beslenme hatalarımız” var. Kısırlık sorununun can sıkıcı boyutlara ulaşmasının, meme kanserlerinde adeta “patlama” yaşanmasının, bellek problemlerinin bu denli yaygınlaşmasının da ardında da beslenme yanlışlarımız ile bağlantılı olduğu biliniyor.
Paylaş