Paylaş
Amasya Belediyesi, ulusal medyada yer alacağı aşikâr bir heykeli şehrin görünür bir yerine diker dikmez önce “haber” olmuş, daha sonra sosyal medyada viral olarak yayılarak binlerce kişinin bilgisini ulaşmıştı. Heykel sanatçıları kızmayacaktır umarım, Türkiye’de kamusal alana konan heykelleri değerlendirmenin tek bir standartı var artık. Az “ucube” olandan “çok” olana uzanan! Ankara’ya “çaydanlık” ile merhaba diyen kamusal alan “anıtının” son geldiği seviye devasa dinazorlar ya da çocukların sevdiği cinsten canavarlar (monster) olabildiğine göre, Amasya Belediyesininki çok daha mütevazı, eğlenceli ve tabii ki, popüler kültürü kullanan bir “kitsch-eser” olarak düşünülmeli. Dikildikten sonrası daha da ilginç oldu şehzademizin, sadece tiye alınmadı, basbayağı fiziksel saldırıya uğradı. İlk olarak elindeki telefon, bir başka “el” marifetiyle, ortasından kırıldı; sonrasında, bir başka “el”, kılıcını ortasından koparıverdi. Freudçu bir ekole mensup oldukları bile söylenebilir saldırganların. Şehzadenin dışarıya uzanan uzuvlarını ortadan kaldırarak iktidarını mı sıfırlayacaklarını, kudretini mi tüketeceklerini sandılar? Bilmiyorlar mı, mesele “iktidar” oldu mu, heykel kendinden sıyrılır, emniyet kuvvetlerinin kadife eldivenli demir parmaklarının korumasına girer, kudret baki kalır!
Meselemiz popüler kültür olduğuna göre, esas konuşmamız gereken “selfie” denen fotoğraf hadisesi olmalı. Sahi, neden selfie çekiyor heykeldeki şehzade? Belediyeden bazı yetkililerine göre, iyi bir “ecdad” olduğundan, teknolojiyi sevdiğinden akıllı telefon kullanıyor, selfie çekerek Amasya’nın güzelliğini kişisel arşivine istifliyormuş. İyi de, neden “kendini” de o güzelliğe katıyor, yani neden selfie çekiyormuş? Bence kesinlikle yanlış bir çeviri olarak “özçekim” denen selfie’nin (“kendiçekim” ya da “bençekim” demek gerekiyordu sanırım, şimdilerde “usie” kullanımı da yaygınlaşıyor İngilizcede, bu da böylece “bizçekim” olurdu) ne menem bir şey olduğunu anlamadan bu şehzadeyi, bir popüler kültür olgusu olarak çözümleyemeyiz. Bu noktada, Evrimbilimci Biyolog Richard Dawkins’in yıllar önce (1976) yazdığı “Bencil Gen” kitabında önerdiği, kültürel dünyada da genler gibi işlevi olan “memler” (“cultural meme)” kavramı bize yardımcı olabilir. Şu sıralar tekrar önem kazandı bu kavram, yeni medya mecralarını yaygınlaşması ve hızından dolayı “internet memlerinden” sıkça söz edilmeye başlandı. Memler, biyolojik anlamında genlere benzer şekilde, bir kültürün sürebilmesi, ortak davranışlar üretilmesi için “taklit” yoluyla öğrenilen kültürel metinlerindir, kültürel refleksler olarak kendilerini gösterirler. Türkiye’de yaşayanlar için 9/8’lik ritm tutmak asla zor değildir, boğaz vapurunda simit-çay içmenin keyfini tartışılmaz bile, totem yapmadan maç kazanılmaz ki! Tabii ki, eski memlerin bir kısmı kaybolurken, yeniler de repertuvara eklenir, selfiler gibi. Bu nedenler ş,md,lerde, akıllı telefonların da yardımıyla selfie çekimler, manzara resimlerini kat be kat aşmış vaziyette paylaşılır oldu.
Bu konularda yazan akademisyenler çoğunlukla selfie’lere olumsuz (bencil ya da ben-merkezli, erkeğin bakış açısını yansıtan vb.) yaklaşırken, bazıları, ısrarlı ve stratejik amaçlarla kullanılması hâlinde varolan estetik değerleri (güzel-çirkin ya da normal-anormal kavramlarını) zorlayabilme potansiyeli olduğundan söz ediyor. Demek ki, selfie çekmenin, kendini “görünene eklemenin” arkasında bir dizi kültürel refleks, tahayyül ve tabii ki, psikanalitik süreçler var. “Selfie çeken Şehzade” tam da böyle, neo-Osmanlıcı dalganın şişirdiği yelkenle son onyılda yükselişte olan bir kültürel tahayyüle takabül ediyor. Geçmişimizle geleceğimizi birleştiren, geleceği temsil etme anlamında “ergenlik” ile eşleşen bir köprü, geleceğimize doğru atılan bir adım. Yine, aynı minvalde, sünnet çocuklarının giydiği kıyafetlerde de bu tahayyül almış başını gidiyor! Taçlısı, kavuklusu, kaftanlısı neredeyse tüm sünnet kıyafetlerinde “şehzadelik” vurgusu bu konudaki modaya damgasını vurmuş vaziyette. Öyle eski usul, önlük gibi tasarlanan sünnet kıyafetleri gitmiş, kuyruklu, ışıltılı bir şaşaa etrafı sarmış. Erkeklik tahayyülünün kültür âlemde her dem dışavurmasına alışmıştık belki ama, işe bir de Osmanlılık girdi mi dışavurum, “dışataşıma” dönüşüyor! Tarihimizi kaç taşım yaşamak gerekiyor?
Osmanlı’nın gerektiği anlarda kolayca “siyaset etmek” (anlamı için bir zahmet sözlüklere bakın, tarih kitaplarına danışın) için birarada tutarak yaşattığı şehirlerdeki (Amasya ve Manisa) şehzadelerin çekebileceği resim ne olabilirdi sahiden? Madem ki hayallere sesleniyor popüler kültür bu heykelle, biz de sormadan edemiyoruz ne menem bir fotoğraf çekebilir o şehzadeler? O şehzadelerin aklında, hayalinde yaşadıkları şehrin güzelliğinden başka bir şey, bir başka şehir, açıkça yazalım, Payitaht İstanbul yok mudur? O şehzadelerin sürgünde olduğu, içlerinden sadece birinin payitahta döneceği hakikatı sadece “örtülmekle” kalmıyor, ironik bir şekilde, o tuhaf heykel turizmle, şehrin güzelliğiyle ilişkilendiriliyor. Çok güzel bir şehir Amasya, bundan kimsenin şüphesi yok bundan ama, Osmanlı tarihinden aldığınız ilhamla bu heykeli dikince, heykelin yamacına şehzadelerin neden o şehirde bulunduğunun hikayesini de yazmanız gerekmiyor mu? Çektiği resim belki de bir vedadan başka bir şey değildir, asla kişisel bir fotoğraf arşivi olamayacak gencecik bir şehzadenin. Belki de bu nedenle koparılıyor, kırılıyor, parçalanıyor o heykel!
Paylaş