Paylaş
Önceleri ismine “izdivaç” ya da “evleniyorum” gibi aslında şovun ufkunu daraltan tamlamalar eklenmesi yerine, sadeleştirilme yapılmış, kısaca “Esra Erol’la” denmiş, ucu açık bırakılmış. Çünkü, bu programda “evlenmek” tipik bir netice olmaktan çok istisnaî bir durum. Çok da fazla olmuyor ve gerçekleştiğinde şaşaalı bir gösteriyle ekrana geliyor, ekranda pasta kesiliyor, danslar ediliyor, konfetiler uçuşuyor. Geçen hafta, programın “müzmin” bekarlarından, uzun bir süredir şovun değişmez kahramanlarından olan Hakan Bey de sonunda evlendi. Öyle kolayca olmadı tabii ki bu iş, aylar, haftalarca sürdü. Gitmeli-gelmeli, fırtınalı-güneşli ilişkiler silsilesinin (küsmeler, ağlamalar, barışmalar, yanlış anlamalar) sonunda, İran’lı Gelin Seba ile nikah masasına oturdu ve böylece Esra, şovuna dair iddialara da cevap verme şansını yakaladı. Evet, bu şova katılanlarlar “gerçekti”, kimse rol yapmıyor, kimse oynamıyordu! Aynen, programın başında söylendiği (“programdakiler gerçek insanlardır!”) ve evlenme sahnelerinden fotoğraflarla gösterildiği gibi bu şovun tek bir derdi vardır, insanları evlendirmek, mutlu bir yuva sahibi yapmak! Neredeyse, hayır hasenat. Öyle mi? Bazı belediye başkanlarının, kaymakamların ya da hayırseverlerin, gücü yetmeyenler için yaptığı toplu nikah törenlerinin bir benzeri mi gerçekleşiyor ekranda? Tabii ki değil, neticede, anaakım bir kanalda yayınlanan, sürebilmesi için ciddî izlenme oranları alması gereken bir reality şovdan söz ediyoruz, bir “hakikat gösterisinden!”
EROL YALNIZCA BİR 'KANAT ÖNDERİ' DEĞİL
Peki, nasıl yaklaşmamız, nasıl “okumamız” gerekiyor bu şovu? Baştan aşağı kurmaca mı, herkese bir rol mü ezberletilmiş, gördüklerimiz bir tiyatro gösterisi mi? Tabii ki, hayır! Ama, bir sosyal psikoloji deneyine benzeyen bir ortamın baştan oluşturulduğu, belirli beklentilere (evlenmek için aday ya da talip olma) sahip adayların stüdyoya geldiği, adayların toplu olarak “loca” denen tribünde oturduğu, kameralar onlara yaklaştığında ekranda bir kutu açıldığı, kişisel bilgilerinin, beklentilerinin yazıldığı bir dünyanın olduğu da aşikâr. Programın net bir stürktürü, törensel bir akışı var. Şovun moderatörü olan Esra Erol, sadece bir “kanaat önderi” gibi şovu yönetmiyor, örneğin müzisyenleri de aktif olarak yönlendiriyor. Müzisyenler, ekrandakilerin ruh hallerine göre şarkılar söylüyor, bazen de basbayağı film müziği gibi çalarak ekranda “yaşananlara” dramatik bir boyut ekliyor, hikayeye coşku katabiliyor ya da hüzünlendirebiliyor. Demek ki, sadece gelenler “gerçek” değil, görünenler de fazlasıyla “gerçek” hâle dönüştürülüyor. Fazlası şu: moderatör, bir “tören üstadı” edasıyla sürekli olarak sosyal kodları, neyin normal, neyin normal olmadığını kontrol ediyor, ona göre konuşturuyor ya da susturuyor adayları ya da talipleri. Bu gösterinin, törenin bir sahibi var ve de ona uymak zorunda olan katılımcıları. Nitekim, Esra onları, “tecrübelerine” dayanarak sürekli olarak tartıyor, tarif ediyor. Bir kızcağız her hüzünlü durumda ağlayınca, bugüne kadar gelmiş geçmiş en “ağlayan” kız ilan edilebiliyor, örneğn. Kızımız da ağlamaya devam ediyor. Aslında, “roller” böyle yaratılıyor ya da “yazılıyor” katılanlar için.
İZLEYİCİ İÇİN KARAKTER YARATILIYOR
Bir önceki yazıda, Türk usulü Survivor’un nasıl bir “diziye” dönüştüğünden söz etmiş, bu türde (reality şov), bu memlekette başarılı olmak isteniyorsa katılanların dizi karakterine dönmesinin olmazsa olmaz bir merak unsuru olarak programa eklenmesinin elzem olduğunun altını çizmiştik. Esra Erol’da da böyle (dizilerdekine benzer) karakterler var ve şovun “fıtratından” ötürü, amaca (evlenme ya da evlenememe) hizmete göre sınıflandırılıyor. Şovun hemen başında, katılanlara rollerini hatırlatmak, pozisyonlarını kaybetmemelerini sağlamak için sorular soruluyor? Bir evliliğin sürmesi için gerekenler nedir, hatta ipuçları da sorunun içine konuyor ki, katılımcılar uçup gitmesin? Abidik Abi hemen mikrofonu kapıyor ve bu konudaki fikrini söylüyor, o söyler de Gubidik Dayı durur mu, o da, neredeyse onunkiyle aynı olan görüşünü farklıymış gibi dile getiriyor ve mikrofonu tam yanındaki Tiri Abla’ya veriyor, o tabii ki daha “romantik”, o minvalde bir şeyler söyler söylemez, daha önce hiç evlenmemiş Viri Teyze, “hayır!” diyor, herşeyin başı güven! Mesele şu aslında, izleyici için “karakterlerin” yaratılması, şovun bir arkası yarın dizisi gibi izletilmesi gerekiyor. Böylece, “romantik”, “şair”, “müzmin”, “muzaffer”, “yakışıklı”, “güzel”, “oyunbaz”, “sinsi”, “saf” karakterler yaratılıyor ve bunların evlilik fikriyle ilişkleri netleşiyor.
DİZİ İZLEME MANTIĞI
Dizileri çoğunlukla kadınların izlediğini bildiğimiz gibi mesele evlenmek de olduğundan bu programın asıl kahramanları, hâli vakti yerinde erkekler. Bunların kalıcı olabilmelerinin de tek bir yolu var, gelenleri reddetmek! Bu erkeklere hep “Bey” deniyor zaten (hemen hatırlayalım: Cüneyt Bey, Yıldırım Bey), hiyerarşileri pekişsin, egoları yıpranmasın diye. Onlar da “bey” gibi davranıyor, kendileri için gelen adayları sürekli olarak reddediyor, bir türlü beğenmiyorlar! Hakan Bey de son zamanların “parlak” kahramanların! Temiz yüzlü, iyi eğitimli, Türkçesi düzgün, hâli vakti yerinde; velhâsıl, şov için ideal bir kahraman. Evlenmeye hevesli ama bir türlü evlenemiyor. Kötü niyetinden değil, yanlış anlamayın, bir türlü “elektrik” alamıyor, “kriterlerine” (bu üstün değerlerin ne olduğunu pek bilemiyoruz) uymuyor ne yazık ki gelenler! İşte bu Kanije Müdafaası benzeri bariyeri kıran Seba oldu! Yaşı, Hakan’a göre çok genç (evet, kriterlere uymuyor) olan bu genç kadın, hele bir de aşkını ekranlardan milyonlara ilan edince (aylar önce oldu bu!) stüdyo yıkıldı, şovun gizli kahramanı olan “aşk” tüm heybetiyle ekranda belirdi. Bundan sonra da, bu işe hiç de gönüllü olmayan Hakan’ın aklını çelmek için bir tür seferberlik ilan edildi. Hikayeyi uzatmaya gerek yok, bir aşk anlatısı, iyi bir dizi anlatısına benzer bir şekilde ekranda yazılmaya ve sürekli engeller çıkartılarak sürümcemede kalmaya devam etti. Önce yakınlaştı bizimkiler, sonra küsüverdiler, sonra hiç görüşmez olup, locada adaylarını bekleme moduna geçtiler! Ekran başındakiler için drama doluydu o safhalar. Hakan Bey’e talip bir hanımefendi geldiğinde, hele bir de güzel bir dille Hakan tarafından karşılanıyorsa, Seba’nın gözlerinde fırtınalar kopuyor, cinayet ile intihar arasındaki hisler yakın çekimden ekrana yansıyor ve çoğunlukla güzel kızımız locayı ağlayarak terk ediyordu! Kurmaca mıydı tüm bunlar? Hiç sanmam, buna da gerek yok zaten. İnsanlar, hayatta da kendilerine rol biçebilir, ona göre yaşayabilirler.
Neyse, sonunda geçen hafta nikahı kıydılar da bu dertten maaile kurtuldu evdeki izleyiciler desem de mümkün değil. Mutlaka bulunacaktır başka “kahramanlar”, aşk anlatıları. Demek ki, bu şovu izlemenin esası bir dizi izleme mantığına dayanıyor. Evlenmeye gönüllü gibi görünüp, bir türlü evlenmeyenler gerekiyor sürmesi için. Netice hâsıl oluyor mu derseniz? Şovun hakikatı bakımından evet! Mümkün olduğunca “evlendirme” ilginç karakterleri, uzat, uzatabildiğin kadar “evlenememe” hikayelerini...
Paylaş