Paylaş
Bir internet sitesinde yer alan ifadeler, TV açık oturumlarının önemli konularından birisi haline geldi. İfadeler, özetle şöyle: “Sultanahmet'te bulunan Osmanlı arşivlerinin bulunduğu bina, otel yapılıp, dere yatağında bulunan Kağıthane'ye taşınınca belgelerin silinmeye başladığı ileri sürüldü.”
Bu haberden önce de, bu konuda değerlendirmeler çıkmıştı. Osmanlıca tartışmaları bu şekilde, yeni bir boyut kazanıyor: "Dere yatağına inşa edilen nemli binada, değerli Osmanlı belgeleri çürüyor, bunlar ise sözümona Osmanlıca'yı diriltmeye çalışıyorlar. Ne yaman çelişki."
Kağıthane'deki Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, yolumun uğradığı bir yer. Daha öncelerden, Cağaloğlu'ndaki yeri de bilirim.
Gönül isterdi ki, bu haberi yapan internet sitesinin muhabiri; böylesine iddialı bir haberi yapmadan önce, gidip bu yeni binayı gezse, gözleriyle orada neler olduğuna tanıklık etse, ondan sonra yazsaydı.
Dün, günümü, bu arşivi yerinde görerek ve iddiaları somut olarak araştırarak geçirdim.
İLK HAMLE ÖZAL'DAN
Hikaye, Turgut Özal döneminde başlıyor. Yıl 1985, aylardan Mayıs… İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, "Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu" yapılıyor. Kürsüde, Profesör Halil İnalcık var. Dinleyiciler arasında da, dönemin Başbakanı Turgut Özal. Osmanlı Arşivleri’nin bakımsız halde olmasından yakınan İnalcık; bu arşivlerde, bugün 20'yi aşkın devletin belgelerinin ve geçmişlerinin yer aldığına dikkat çekerek, Özal'a şöyle sesleniyor: "Bu arşivlerin sahibi olarak, onları bu hazine üzerinde çalışmaya çağırmak, ev sahipliği ve kılavuzluk yapmak, hatta bu malzemenin değerlendirilmesine ön ayak olmak bizim ödevimizdir(...)İşte, bana arşivi verin Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurayım derken bunu kast ediyorum."
Bu tarihe kadar, Osmanlı Arşivi; Cağaloğlu'ndaki İstanbul Valilik kompleksi içindeki bir binada saklanıyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel; Özal'ın talimatıyla, Cağaloğlu'ndaki binayı İl Özel İdaresinden kiraladı. 1.5 yıl öncesine kadar, Osmanlı Arşivleri, buradaki iki binada hizmet verdi. (Orası, sitenin haberindeki gibi 400 yıllık değil, 28 yıllıktı).
Ancak depolar Mahmutbey'deydi. Başka bazı binalara dağılmışlardı. Belgelerin, 35 kilometre öteden Cağaloğlu'na getirilmesi riskliydi. Tahrip olmaları ihtimali vardı.
Bunun üzerine, arşivin bütünlük içinde hizmet görebileceği yeni bir yer arandı. Kağıthane'de, Sadabad Sarayı’nın karşısındaki alan seçildi. İmar kararının alınması, yerin tahsis edilmesi gibi noktalardaki bir çok bürokratik engel; dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın çabalarıyla aşılabildi.
53 dönümlük bir araziye konuşlanan yeni Osmanlı Arşivi; 122.000 metrekare kapalı alanda, bir buçuk yıldır hizmet veriyor. Cağaloğlu'ndaki yerle mukayese edildiğinde, 5 kattan daha fazla bir “alan genişlemesi” söz konusu. Depolar, idare ve araştırma salonları; bir bütün içinde yer alıyor. 650 kişilik bir konferans salonu ve bu belgelerin dikkat çekici olanlarının sergilendiği müze de, bu kompleksin içinde.
Nem konusunu sordum. Şunları anlattılar: Bu binalar, ilk yapıldığında, duvarların kuruması için beklendi. Arşivcilik demek, “belgelerin korunması” demek. Optimal ısı ve nemin görüleceği, güneşten korunaklı yerlere gerek bulunuyor. Bu binanın içinde, uluslararası standartlarda bir "iklimlendirme" yapılıyor ve 24 saat boyunca, değerler bilgisayarla izleniyor. Dere yatağı iddiası, boş bir iddia. Bina, her türlü nem ve doğal afete karşı korunaklı bir modern sistemle inşa edildi. İngiliz Kraliyet Müzesi’nin, Thames nehri kenarında olduğunu da, hatırlattılar.
NEM VE ISI DÜZENİ
Müzede sergilenen belgeleri incelerken, bazılarındaki sararmaları da gördüm. Örneğin, belgelerden birisi, 1703 tarihli, yani 300 yıllık. Bir diğeriyse, 1621 tarihli yani, 400 yıllık.
Maalesef, bir dönem, bu belgeler yeterince elverişli koşullarda saklanamadığı için, bazı sararmalar ve yıpranmalar oldu. Cumhuriyet'in kurulması ve başkentin Ankara'ya nakliyle, bürokrasi de oraya gitmişti. Belgeler, bir ara, sahipsiz kalmıştı. Köklü olarak yeniden ele alma girişimleri, Özal'ın gayretleriyle başladı.
Şu anda, arşivde; diğer depolardan 1300 kamyonla taşınmış 95 milyon belge, 400 bin civarında defter bulunuyor. Bunlardan 10 milyonu, dijital ortama geçirilmiş durumda. Osmanlıca'ya hakim 350 uzman görev yapıyor. Belgeleri tasnif etmeyi ve dijital ortama geçirmeyi sürdürüyorlar.
Arşivin çalışma salonunu ziyaret ettiğimde, yüzden fazla araştırmacı çalışıyordu. Bu sayının, yazları daha da arttığı söylendi. Son derece elverişli bir ortam var. Arşivde çalışmak isteyenler için, araba park yeri de bulunuyor.
Eleştirileri veya kaygıları olan gazeteci ve siyasetçilerin, mutlaka gezip görmeleri gereken bir yer burası. Eksikleri, ihtiyaçları da değerlendirerek, kamuoyunu bilgilendirebilirler.
Binayı dolaşırken, Türk Arşivciler Derneği'nin bir bildirisine de tanık oldum. Bildirinin bir bölümünden, şunları öğrenebiliyoruz: Daha önce sözleşmeli çalışan personel, Arşiv Kanunu çıkarılmadığı için, “kariyer uzmanlığı”na yükselememiş. Bunun yerine, “araştırmacı” adıyla, kadroya alınmışlar. Bunun sonucunda da, maaşlardan, 800 lira kadar bir kayıp yaşanmış. Yeni bir düzenleme, ile bu mağduriyetin giderilmesini istiyorlar.
-----
"POZ" OYUNU
Sami Berat Marçalı'nın yönetmenliğinde, senaryosu Deniz Madanoğlu'na ait, "Poz" oyununu Karaköy'deki "İkinci Kat" tiyatro salonunda zevkle izledim. Dört kadının "bir adamın ahlaksızca çektiği fotoğraf"tan yola çıkarak yaşadıkları yüzleşme, erkek egemenliğine çok özel ve etkili göndermeler yapıyor. Esra Dermancıoğlu, Selen Uçer, Gülce Oral, Banu Çiçek Barutçugil'den oluşan oyuncular, güzel ve akıcı bir oyun sergiliyorlar.
Düzeltme:
Dünkü yazımda, İsmet İnönü'nün "Harf İnkılabı"yla ilgili görüşlerini aktarmıştım. İnternet üzerinde yaptığım taramayla aktardığım alıntının, metnin orijinaliyle bazı bazı farklılıklar içerdiğini gördüm. Sebahattin Selek'in hazırladığı "İnönü'nün Hatıraları" kitabını yeniden inceledim. Doğrusu aşağıda aktardığım gibi olacaktır. Düzeltir, özür dilerim.
"Harf inkılabı okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. (...) harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap kültürünün ve Arap dilinin tesiri hakkında, yeni nesiller bizim kadar fikir edinemezler. (...)Osmanlılar devrinde, edebiyat vesilesiyle dil ihtiyacı genişledikçe sanatı Arap dili üzerinde işlemek hevesi milli kültürü zayıflatmıştır. Bizim devrimizde Latin harflerine geçmek Türk dilini ve milli kültürü kurtarmak için esaslı bir etken olmuştur.(...) Bütün sapmalara rağmen, yazıyı yeni harflerle öğrenmiş olanlar eski harflere dönemezler. Kuran kursuna gidenler için de böyledir. (İsmet İnönü Hatıralar. Ankara, 2006 s. 485)”
Paylaş