Yani onlarla görüşmeyecek. Kendisinin bu karara varmasının en önemli nedeni; sanırım, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov'la görüşmesi sırasında, "uçağın düşürülmesi yanlıştı" değerlendirmesinde bulunması.
Bir muhalefet partisi liderinin, kritik bir gerilim yaşanan bir ülkenin liderleriyle görüşürken, daha özenli davranması gerektiği düşünülebilir. Toplumsal duyarlıkların yükseldiği böyle zamanlarda; daha dikkatli ve dengeleri gözeten bir siyaset, iç ilişkiler açısından da, dış dünyadaki etkiler açısından da önemlidir.
Mesele derinlerde
Tabii, meselenin daha derinlerde olduğunu söylemek mümkün. Şu bir gerçek: Bu konu, tek başına, iplerin kopmasına sebep olmayabilirdi.
Savaş Buldan, o tarihte 30 yaşındaydı. Pervin Buldan 27'sinde dul kalmıştı.
Aradan 21 yıldan fazla bir zaman geçti. Önceki gün, Meclis Başkanlığı kürsüsünde oturan kadın siyasetçi, Pervin Buldan'dı. Bu süre içinde siyasete atıldı, yargısız infazların, gözaltında kayıpların peşini kovaladı; Türkiye değişirken, o da bu değişimin önemli aktörlerinden birisi olarak siyaset içinde etkin bir konum edindi.
Onun kimliğinde temsil edilen asıl anlam, Kürt siyasetinin bugün geldiği noktadır… 1990'larda, Kürtlerin kendi kimlikleriyle siyaset yapmaları, yasaktı. Bir çok Kürt partisi kapatıldı; yöneticileri, taraftarları ağır baskılara göğüs gerdi, direndi ve onlar siyasetin yolunun açılmasında etkin bir rol oynadı.
Türkiye'ye egemen olan, “inkar ve imha siyaseti”ne karşı, Kürt kimliğiyle varolma mücadelesi; bir demokrasi ve hak mücadelesiydi. Bu çabalar, aynı zamanda “Kürtlerin hak ve hukuk talepleri”ni Türkiye siyasetinin içine taşımayla ve “bir meşruiyet yaratma çabası”yla el ele gitti.
O dönemin devleti; çözüm olarak, köyleri boşaltmayı ve oradaki insanları göçertmeyi planlamıştı. Bunun sonucunda; köyler yakılmış, bombalanmış, acımasız devlet güçlerinden canlarını kurtarabilen çaresiz insanlar, güçlerinin yettiği yerlere kendilerini atmışlardı.
Diyarbakır'ın Suriçi bölgesi ve Surların dipleri; o dönemde, köylerinden göç etmek zorunda kalan yoksulların mekanı olmuştu. Elinde kaçak tütün torbasıyla dolaşıp, bir şeyler satmaya çalışan bir köylüyle konuşmam, dün gibi hatırımda. "Sen nereden geldin?" diye sorduğumda, kırık Türkçesiyle, "Köylerimizi yandırmışlardır" cevabını vermişti.
Suriçi'nin yoksulları
Diyarbakır'ın Sur ilçesi, uzun yıllar, “suçluların mekanı” gibi algılandı. Sur'un dar kuçelerinde dolaşırken, "kapkaççı"lardan sakınmak gerekirdi.
Ona göre; Kandil, “Öcalan'ın çözüm için müdahale etmesini” istemez, ve ayrıca dinlemez de: “Öcalan’ın devreye girme zamanı türünden temennilerin pek işe yarayacağını sanmıyorum. Kandil ve HDP’ye hâkim olan güç, istemediği sürece sıra Apo’ya gelmez. Devlet istese de Apo konuşmaz. Zaman Türkiye’yi vurma zamanı! Dönem, Türkiye’yi Suriyelileştirme dönemi!”
“Bir takım güçlerin, Türkiye'yi PKK üzerinden vurmak istedikleri” saptamasını, reddetmek mümkün değil. “PKK ve HDP'yi bu yönde teşvik edenlerin olduğu” görüşü, yabana atılamaz. Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilirken, Kürtlerin yaşanan kargaşa ve “yeniden düzenleme” içinde, bir aktör olarak ortaya çıkması, çok doğal. Kürt meselesini, Ortadoğu’daki diğer güç mücadeleleri ve hesaplaşmalardan bağımsız olarak ele almak, mümkün değil.
Bölgedeki her gücün kendine göre hesapları bulunduğunu, görüyor, anlayabiliyoruz. PKK'nin önde gelen isimlerinden Murat Karayılan'ın önceki gün yaptığı, "Ya özerkliği kabul ederler, yoksa ayrılabiliriz" açıklaması, "özyönetim" ilanlarının belli bir strateji üzerinden ortaya konulduğu düşüncesini güçlendiriyor.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın, ABD, Almanya ve ardından Rusya'ya yaptığı üst düzey ziyaretler de gösteriyor ki; “PKK/HDP ekseni”, büyük ülkeler için bir “bölgesel oyuncu” olarak kabul görüyor.
Çözüm sürecinde Sur
Diyarbakır'ın kalbi ve tarihi zenginliği, Sur ilçesindedir. Kiliseleri, camileri, hanları, hamamları, kervansarayları ve kaleleriyle; Sur ilçesi, şehri ziyaret edenlerin uğrak yeridir. Çözüm süreciyle birlikte herkesi, bir heyecan sarmıştı. Yarım kalan hayalleri yeniden kurmaya başlamıştık. Barışın geleceğine inanmıştık, hatta onu çok yakın görüyorduk.
Herkes, imkanlarına göre, tarihi doku içindeki evlerini, avlularını, sokaklarını yenilemeye, restore etmeye başlamıştı. Dükkanlar ürün yelpazelerini zenginleştiriyordu. Belediye ve devlet kurumları ellerindeki imkanlarla tarihi eserleri, yolları yeniliyor, güzelleştiriyor, bu tablo kente ve burada yaşayanlara, ziyaret edenlere, girişimcilere cesaret veriyordu. Bir çok tarihi yapı, butik otellere, restoranlara, kahvaltı yerlerine ve kafelere dönüşmüştü.
Daha önce kapkaççıların cirit attığı dar sokaklar bile güvenli hale gelmişti. Belediyeler, Hevsel Bahçelerinin ve Surların UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınması için birlikte çaba sarf ediyordu. Sonunda, Hevsel ve Surlar, listeye girdi. Diyarbekirliler bundan onore oldu. Ekonomiye ve turizme büyük bir canlılık gelecekti. Toplumu heyecan sarmıştı. Sur'un sokakları, yerli ve yabancı turistlerin ilgisiyle yeni bir umut içine girmişti.
Biz kahvaltımızı yapıp, sohbetimizi sürdürürken, salondaki TV ekranlarında "Bakanların çocukları yolsuzluktan gözaltına alındı" haberleri geçiyordu.
Benim dikkatim dağıldı ve haberlere yoğunlaştım. "Bunu Cemaat yaptı diyecekler, sen de öyle söyleyeceksin" diyerek, meselenin uzağında bir yaklaşım gösterdiler. Ben de “böylesine kapsamlı bir operasyonu ancak Cemaat yapabilir" diyerek tutumumu ifade ettim.
Bir hafta sonra ikinci operasyonun yapıldığı 25 Aralık 2013 akşamı, Habertürk'teki haber bülteninde Ece Üner'in konuğuydum. Yaşananın bir darbe girişimi olduğunu net bir şekilde dile getirdim. Düşüncelerimde, iki yıl içinde değişiklik olmadı. O programda, şunları söylemişim:
"28 Şubat(1998) sürecinde siyaset, siyaset dışı yollarla ve çeşitli araçlarla ipotek altına alındı ve yok edildi. Şimdi yeniden aynı şeyle yüz yüze geliyoruz. Bunu kabul etmememiz gerekiyor. Artık yeter. Evet, bu iktidarın da demokrasi konusunda ciddi zaafları olduğunu görüyorum ve yazıyorum. Yazmaya da devam edeceğim ama şu an küçük ayrıntıların zamanı değil. Bu senaryo; seçilmiş bir hükümeti itibarsızlaştırarak yok etmeye yönelik ve seçilmemişlerin yönetebileceği yeni bir Türkiye kurma projesidir. Ben bu projeyi kabul etmiyorum. Nasıl 28 Şubat'ı nasıl 27 Nisan'ı kabul etmediysem bunu da kabul etmiyorum. Ben gider oyumu muhalefet partisine veririm, verdim de hep zaten, irademle belirlerim ama benim irademe rağmen başkaları farklı yöntemlerle bu iradeye ipotek koymasınlar."
Bu siyasi akımın, öncesini, ortaya çıkışını, gelişmesini yakından izleyenlerdenim. 1960'ların ortasından itibaren gelişen sol hareketten de beslenerek olgunlaşan Kürt özgürlük hareketinin; çok haklı maddi temellerinin olduğunu, bir kitlesel ve toplumsal talebi temsil ettiğini, ilk günden beri görebiliyoruz. 50 yıllık siyasi ve mesleki yaşamımda, en çok ilgilendiğim mesele, Kürt meselesi oldu.
HDP, adım adım olgunlaşmış, değişim geçirmiş ve toplumun giderek genişleyen bir kesiminin desteğini kazanmış bir birikimi temsil ediyor. Bununla birlikte, PKK da, bu koridorda çok ciddi bir ağırlığa sahip.
Biraz geçmişe gidelim.. Türkiye'de, uzun yıllar boyunca, Kürt kimliğiyle siyaset yapılması engellendi. Bu çabalar içine girenlerin başına, olmadık felaketler geldi. Partiler kapatıldı, Kürt aydınları ve siyasetçileri devletin hedefi oldu. Hatırlayalım: HDP öncesinde de, partiler kapatılıyordu, PKK, illegal bir güç olduğu için kapatılamadı, varlığını sürdürdü. Her kapanış ve yeni açılışta, PKK'nın ağırlığı artıyordu.
"HDP, PKK'yı dışlasın, yok saysın, ilişkiyi tamamen kessin" şeklinde çağrı ve beklentiler, zaman zaman dile getirilse de, bunların çok da bir gerçekçiliği veya etkisi olmadı.
Habere göre; dün Cizre'yi terk edenlerin yollarını kesenler, arabaların kontak anahtarlarını alarak yurttaşların şehri terk etmelerine engel olmak istemişler. Bunun üzerine halk arabaları yolda bırakıp, yola yaya devam etmiş.
Panik ve göç havası giderek bölgeye egemen olmaya başlıyor.
"Özyönetim" ilan edilen ilçelerin terk edildiği biliniyordu. Bu durum, giderek süreklilik kazanıyor. Çatışma ve yaşanan mağduriyet, kitlesel göçlere ve şehirlerin boşalmasına varacak gibi görünüyor.
KCK, gelişmeler üzerine bir bildiri yayınladı. Şehirlerin boşalmasını engellemeyi amaçlayan (ve Sur, Silopi, Yüksekova, Silvan halkına özellikle seslenilen) çağrı şöyle: “Yaşanılacaksa da mahallemizde, ilimizde ve ilçemizde yaşanılmalıdır. Evimizi ve barkımızı terk etmek, daha baştan ölümü kabullenmektir. (...) Bunun ilk sözü ve adımı da evimizi, sokağımızı, mahallemizi sevmekten ve bırakmamaktan geçmektedir.”