Paylaş
O dönemin devleti; çözüm olarak, köyleri boşaltmayı ve oradaki insanları göçertmeyi planlamıştı. Bunun sonucunda; köyler yakılmış, bombalanmış, acımasız devlet güçlerinden canlarını kurtarabilen çaresiz insanlar, güçlerinin yettiği yerlere kendilerini atmışlardı.
Diyarbakır'ın Suriçi bölgesi ve Surların dipleri; o dönemde, köylerinden göç etmek zorunda kalan yoksulların mekanı olmuştu. Elinde kaçak tütün torbasıyla dolaşıp, bir şeyler satmaya çalışan bir köylüyle konuşmam, dün gibi hatırımda. "Sen nereden geldin?" diye sorduğumda, kırık Türkçesiyle, "Köylerimizi yandırmışlardır" cevabını vermişti.
Suriçi'nin yoksulları
Diyarbakır'ın Sur ilçesi, uzun yıllar, “suçluların mekanı” gibi algılandı. Sur'un dar kuçelerinde dolaşırken, "kapkaççı"lardan sakınmak gerekirdi.
Yoksulluk; çaresizlik, umutsuzluk ve öfke üretir. Son dönemlerde, "özyönetim" ilan edilip çukurlar kazılan ilçelerdeki tablo, bu açıdan dikkat çekici bir özellik gösteriyor.
Sur, Diyarbakır'ın merkez ilçesi. Kentin yoksullarının yaşadığı mekanların çoğu orada. Onları Bağlar ilçesinin izlediğini söyleyebiliriz. Sur'u, Gazi caddesi ortadan ikiye böler. Dicle Nehri tarafı, daha çok tarihsel mekanlara sahiptir ve daha yoksuldur.
Hendekler işte bu bölgede kazıldı. Benzer şekilde, Yüksekova'da, Cizre'de ve diğer ilçelerde de; barikat kurulan, hendek kazılan yerler, yoksul mahalleleri.
Bu tablo bugün ortaya çıkmış değil. 30-35 yıllık çatışmalı bir tarihin sebep olduğu bir tablodan söz edilebilir: Çatışma, göçertme, yargısız infaz, civar kentlerde oluşan aşırı kalabalık ve yoksul nüfus…
“Bu mahallelerin gençleri”ni içinde barındıran bir topluluk, YDG-H adı verilen yapılanmayı oluşturuyor. PKK da, dağdaki militanları, bu yörelere, “YDG-H'li gençleri yönlendirmek” için gönderiyor.
Buralarda tam bir yıkım sürerken; nispeten maddi açıdan varlıklı insanların oturduğu yörelerin, çatışmaların dışında kalmaya çalıştığını görüyoruz. Yoksul mahallelerde, bu mahallelere yönelik öfkeli çağrılar görüyoruz: "Bizi yalnız bıraktınız."
İbre olumluya dönüyordu
İşin bir başka boyutu da şuydu: Çözüm sürecinin de etkisiyle, son yıllarda, Diyarbakır'ın yoksul mahalleleri dahil, civar ilçelerin yoksulları da, belli bir gelişme yaşamaya başlamış, gelecekten daha olumlu bir beklenti oluşmuştu. Bölge maddi açıdan canlanırken, bu mahalleler de umutlanmıştı.
Her maddi gelişme gibi, bölgedeki maddi gelişme de, eşitsiz bir yol izliyor: Orta sınıf, ekonomik olarak yaygınlaşıp gelişirken; yoksulların imkanları, daha yavaş artıyor.
Diyarbakır’ın, bu gelişmenin ürünü olarak, üç katmanlı bir görünüm kazandığını söylemek mümkün: Yoksul Diyarbakır, orta sınıf Diyarbakır, zengin Diyarbakır.
Sınıfsal Farklılaşma
Yoksul olsun zengin olsun, Kürtlerin ezici bir çoğunluğu, Kürt kimliği konusunda ortaklaşa bir siyasi tutum sergiliyorlar. Çok sayıda çocuklarını çatışmalarda yitirdiler. Öte yandan, toplumsal tepkileri benzeşse de aralarında oluşan bir sınıfsal farklılaşma kendini hissettiriyor.
Çatışmaların yeniden yaygınlaşmasıyla birlikte, siyasi mücadele yöntemlerinde bir farklılık dikkat çekiyor: Yoksul mahallelerde, daha öfkeli, daha sert bir muhalefet kendini gösterirken; ekonomik olarak daha gelişkin mahalleler, bu sert tepkilerin dışındalar.
Güvenlik güçleri; şimdi, yoksul mahallelerde, devletin kaybolan otoritesini ve kamu düzenini sağlamak için, sert bir yol izliyor. Belli ki, çatışma çok acımasız. Direnenler de, yükselen bir sınıfsal öfkenin etkisiyle, sert bir karşı koyuş sergiliyorlar.
Şiddet
Asıl büyük kayıp, yoksul çocuklarından. Güvenlik güçlerinden yaşamını yitirenlere baktığımızda da, direnen ve hendek kazan tarafa baktığımızda da; bedelin, yoksul çocuklarına çıktığını görüyoruz.
Güvenlik güçleri, "belini kırıncaya kadar devam edeceğiz" derken; PKK, "Kanınızın son damlasına kadar savaşın" talimatları veriyor.
Beklentimiz; ülke daha derin acılara ve yıkımlara, toplum daha yoğun bir nefrete savrulmadan, bu çatışma ortamının sona ermesi; yani “yeniden barış ortamına dönülebilmesi” yönünde.
Unutmayalım ki, orada biriken yoksul öfkesi, Türkiye için bir alarm olduğu kadar, Kürt siyasi hareketi açısından da kritik bir özellik taşıyor.
Çözümün, önümüzdeki dönemdeki ayaklarından biri, “bu yoksulluğa çare üretmeyi” de kapsamak zorunda.
Çözümü şiddette arayan siyasi tercihler, her zaman büyük yıkımların nedeni oldu. Demokrasiyi, insan hak ve hukukunu, barış ortamında gören akılcı arayışlara, acaba yeniden dönebilecek miyiz?
Gençlerimizin öldürülmediği, öldürmediği bir Türkiye idealine kavuşabilecek miyiz?
Paylaş