Paylaş
Yıllarca yüzüne bakılmamış, hatta önünden bile geçilmeyip sokakları tehlikeli bulunmuş semtler bir anda gözde olur.
Önce oralarda birkaç şık kafe açılır, sonra şehrin çok gezenleri buralara takılmaya başlar.
Derken peş peşe yeni mekanlar açılır.
Bir süre sonra sadece belli bir kesim değil, herkes o semte gitmeye başlar ve doğal olarak emlak fiyatları yükselir. Semt her açıdan ‘değerlenir’.
İstanbul’da bunun örneklerini zaman zaman yaşıyoruz.
En son Karaköy mesela gözümüzün önünde parladı, yükseldi. Halen de gözde, ama suyunu çıkarmadık değil. Çünkü her önüne gelen Karaköy’de mekan açma heveslisi oldu.
Karaköy’den sonra neresi parlar sorusu ise epeydir dillerdeydi.
Şimdilerde, bir dönem Karaköy gibi benzer bir yükselişi yaşamış Tepebaşı gündemde.
Elbette Soho House ve iyi yemek isteyenlerin kısa sürede müdavimi olduğu Aheste Pera’nın katkıları sayesinde.
Ama asıl sürpriz yükseliş bambaşka bir yerde, çok yakın zamanda Dolapdere’de yaşanacak gibi.
Çünkü güncel sanat rotasını o tarafa doğru kırdı.
Yüksek kiralar nedeniyle Karaköy’den çıkan galeriler birer ikişer orada açılmaya başlanacak.
Açılması en çok merakla beklenen galerilerden biri ise Murat Pilevneli’nin uzun bir aradan sonra açacağı yeni galerisi.
Dolapdere’de üç katlı bir bina tutan Pilevneli, burayı ünlü mimar Emre Arolat’ın desteğiyle şık bir galeriye dönüştürmeye hazırlanıyor.
Dahası, ünlü koleksiyoner ve iş adamı Ömer Koç da Pilevneli’nin galerisinin olduğu cadde üzerinde bir müze açacak. İnşaatı halen sürüyor.
Bu galerilerden sonra mekan işletmecilerinin de Dolapdere’ye, “Neden olmasın?” gözüyle bakacağından emin olabilirsiniz.
Kısacası: 2016’da Dolapdere’yi konuşacağız, demedi demeyin.
‘BU ARADA’ NOTU: Murat Pilevneli’yle Tempo’nun eylül sayısı için şahane bir röportaj yaptık. Güncel sanat piyasasıyla ilgili bomba şeyler söyledi. Çağdaş Türk sanatını takip edenler beklemede olsun derim...
Uçak ve havalimanı şikâyetleri
Bu yaz uçakla seyahat edenlerin en çok konuştuğu şeylerden biriydi rötarlar.
Malum, Atatürk Havalimanı’ndaki yoğun hava trafiğine artık alıştık. Ya da alışmak zorunda kaldık.
İstanbul semalarında dönüp dolaşıp ancak bir saat sonra sıran gelince piste tekerlekleri değdirmek, geleneksel bir şeye dönüştü.
Sabiha Gökçen de rötarlardan nasibini aldı.
Pist çalışması nedeniyle ilk kez oradan sefer yapan uçaklar da bolca rötar yedi.
Ama bu yaz havalimanı ya da uçak şikayetlerimiz bunlarla bitmedi.
Bir dönem yaptığım “Havalimanında Beş Gün” yazı dizisinden dolayı mı yoksa sık sık uçaklar üzerine yazdığımdan mıdır nedir; okurlar bu konularla ilgili şikayetlerini daha yoğun iletir oldu.
ADNAN MENDERES NEDEN FARKLI?
Mesela bir tanesi sıvı kısıtlaması mevzusuyla ilgiliydi.
Olay şu: Okurum el bagajında yer alan ve her biri 100 ml’i aşmayan kremleriyle Atatürk Havalimanı güvenliğinden geçmiş. Ama aynı kremlerle (ki hepsini ayrı şeffaf poşetlerin içine özenle koymuş) İzmir Adnan Menderes’ten dönerken sorun yaşamış.
Görevliler sıvılarını çöpe attığı gibi bir de kaba davranmışlar.
“Her havalimanımızda farklı sıvı uygulaması mı var, bu nasıl iş?” diye soruyordu, öfkeyle bana derdini anlatan okur.
ÇOÇUĞUNUZA YER YOK
Bir başka okur, üç kişilik (anne-baba ve çocuk) business bileti alıp online check-in yaptırdığı halde havalimanına vardığında şu sürprizle karşılaşmış:
“Fazladan bilet satılmış, siz uçabilirsiniz ama çocuğunuza yer bulamıyorum.”
Okurum şaşırmış tabii: “Nasıl yani? Çocuğumuzu burada mı bırakalım?”
AYNI BAGAJ NASIL ON KİLO FAZLA OLUR
Yine bir başka şikayet de bagajlarla ilgili.
Aynı bagajın Atatürk Havalimanı’nda başka Milas Bodrum Havalimanı’nda başka kilolarda olması...
Bu da sıkça şikayet edilen şeylerden biri.
Bodrum’da karşılaştığım okur soruyordu:
“Hiçbir şey almadığım halde, aynı kıyafetleri koyduğum bagajım şimdi nasıl 10 kilo fazla geldi, inanın anlamış değilim!”
Paylaş