Paylaş
En son bir mekan sahibi anlatıyordu.
Şikayet üzerine gidip karakolda ifade vermiş.
Turistler fazladan alınganlık mı yapıyor yoksa haklılar mı?
Tartışmalı bir konu.
Ama kendi deneyimlerimi hatırlıyorum da...
Dünyanın başka bir şehrinde, mesela Londra, New York ya da Bangkok’ta rezervasyonum olmadığı için restoran ya da bara alınmadığım çok oldu.
Sadece rezervasyon olayı da değil.
Mesela en son Kolombiya’da pantolonum kısa diye içeri alınmadım bir mekana.
Apar topar otele gidip o sıcakta uzun pantolon giyip geri geldim ve içeri öyle girebildim (tuhaf azmin tatlı sonu!)
Bir keresinde ise Londra’da bir restoranda, içerisi çok az dolu olmasına rağmen “Hiç yerimiz yok” denildi.
Tüm bunlara rağmen hiçbir zaman polise gitmek ya da şikayetçi olmak aklımın ucundan bile geçmedi.
Sonuçta her mekanın kendine özgü kuralları, hatta kaprisleri var.
Buna saygı göstermek, durumu abartmamak gerekiyor.
Ya da içeri giremiyorsan, kendine özgü fırlamalıklar yaparak kapıyı atlatmaya çalışmak da serbest tabii.
Şikayetçi olmak manasız.
Daha güçlü bir şarkı bekleniyordu
Tam da geçtiğimiz pazartesi Naim Dilmener’in röportajı vesilesiyle Murat Boz’dan bahsetmiştim.
Önüne altın tepsiyle getirilen popstarlık mertebesini elinin tersiyle itip kendini TV yıldızlığı ve sinema oyunculuğuna verdi diye...
Derken bu hafta Murat Boz’dan yeni bir şarkı geldi: Aşk Bu.
Aslında şarkı Boz’un sesine çok uygun, düzenleme de güzel.
Hatta yer yer geçen yazın gözdesi, Jabbar’ın hiti “Raf”ı anımsatıyor.
Ama müziğe verdiği uzun aradan sonra (günümüz için hayli uzun) Murat’tan beklenen daha güçlü ve hareketli bir şarkıydı sanırım.
O yüzden bu “geri dönüş” pek kabul görmedi sanki.
Kendini aşırı önemseyenler diyarı
Önceki gün okuduğum bir tweet’te vardı:
Yazan kişi uzun uzun başarılarından, kariyerinden, dünyayı turlamasından, dahası üniversiteyi kaçıncı bitirdiğinden dahi bahsediyordu.
Okurken koca bir “Nedennnn?” çıktı ağzımdan.
Bir başka gün, bir mekanda, çok da iyi tanımadığım biri, saniye bir gol bir, yeni hayatından, projelerinden ve hatta özel hayatından bahsetmeye başladı.
Ben sormadan, merak dahi etmeden.
Büyük bir iştah ve bitmeyen cümlelerle...
Sosyal medyanın en büyük zararı bu oldu galiba:
Kendini aşırı önemseyenler, kendinden başka kimseyi dinlemeyenler diyarına geçiş yapmış olduk.
Tamam kendini önemsemek güzeldir, iyidir.
Ama bunu fazlasıyla yanlış anladık ve abarttık.
Alien’ın 40. yılı
Ridley Scott’ın şaheseri Alien bu yıl 40’ıncı yaşına girmiş. 1979 yapımı filmin meşhur Ripley karakteri kadar (Sigourney Weaver oynuyordu) korkunç yaratığı da ikonik bir hale gelmişti.
Şimdiki dizilerde bile o yaratığın izlerini sürmek mümkün.
Misal: “Stranger Things”in son sezonu.
Paylaş