Paylaş
“Kurak Günler”in bir cümlede özeti bu.
Filmi izlerken zihnime sık sık yıllar önce hayranlıkla izlediğim Lars von Trier’nin meşhur “Dogville” filmi düştü.
O filmde de Nicole Kidman’ın oynadığı Grace bir kasabaya geliyor, daha sonra olanlar oluyordu.
Aradaki en büyük fark şu: Geçmişinden kaçan “Dogville”in Grace’inin aksine “Kurak Günler”in “yabancı”sı olan Emre karakteri idealist bir savcı.
Kasabanın erk sahipleri önce onu yanlarına çekmeye çalışıyor.
“Böyle gelmiş böyle gider”i devam ettirmesi, ses çıkarmaması için...
İdealist savcıyla aynı yaşlardaki hakime hanımın çaktırmadan bunu uygulaması gibi.
Lakin genç savcı tüm bunları reddedip her seferinde doğru bildiğini, yani yasaları uygulamayı seçiyor.
Bunu seçtikçe de farkında olmadan azınlık olmaya başlıyor ve çoğunluk onu ezmek için her fırsatı değerlendiriyor:
Dedikodular, yaftalar, baştan aşağı süzmeler, küçüklü büyüklü entrikalar, yalanlar ve nihayetinde linç kültürüyle...
Nitekim filmin esas derdi bu:
Çoğunluğun azınlığı nasıl sindirmeye çalıştığının bir kasaba üzerinden çarpıcı örneği.
Zaten kasabalar büyük resmi görmek için en çıplak yerlerdir.
Film de bunu dibine kadar, hiç çekinmeden, kasabaları Nuri Bilge Ceylan gibi romantize etmeden yapıyor.
Elbette metaforlarını eksik etmeden.
Mesela filmdeki kuraklık aynı zamanda kasabada eksikliği, kıtlığı hissedilen diğer her şeyi (en başta vicdansızlığı) temsil ediyor sanki.
Sonuç olarak:
“Kurak Günler”, açılış sahnesinden tüyleri diken diken eden final sahnesine kadar ince ince dokunmuş bir psikolojik ve politik gerilim.
2 saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.
Koşa koşa gidin derim. Koşarken ‘obruklara’ dikkat ederek tabii...
İki oyuncu iki karakter
Selahattin Paşalı kasaba kâbusunun içine düşmüş idealist savcı rolünde çok ama çok başarılı. Aldığı tüm ödülleri sonuna kadar hak etmiş.
Ekin Koç’un canlandırdığı karakteri ise biraz derinliksiz buldum.
Kadıköy’den yanlışlıkla Anadolu kasabasına düşmüş motosikletli bir rock’çı gibiydi film boyunca. Ya da yönetmen onu ve yaşadıklarını özellikle teğet geçtiği için perdeye yansıyan durum buydu.
Cuma gecesi son seansta...
Kurak Günler”i Kanyon’daki sinema salonunda cuma günü 22.00 seansında izledim.
Cuma gecesi o saatte salonda epey seyirci vardı.
Kimi bol ödüllü
filmi merak ettiği için gelmişti, kimisi ise filmin başına gelen son gündemden dolayı destek olmak için...
Bu arada uzun bir aradan sonra sinemaya gittim ve şunu fark ettim:
◊ Sinema salonlarına yabancılaşmışım.
◊ Biletler artık gişeden değil, ortaya konulan bir ekran üzerinden kredi kartıyla alınıyormuş.
◊ Hem film başlarken hem de ara verildiğinde izlediğimiz o uzun reklamlar hiç ama hiç değişmemiş.
Paylaş