Cumartesi gecesi ateşi

Cumartesi akşamüstü. İstanbul sıcak, yanıyor.

Haberin Devamı

Koltuğa yapıştıran, bezginlik veren bir sıcak var, acayip bir şey.
Havadar bir yer bulup oturmalı diyorum içimden.
Karaköy civarındayız.
“Neresi var ki?” diye arkadaşımla karşılıklı telepatik düşünürken Arda Türkmen’in bir hafta önce açtığı yeni mekanı Mükellef aklıma geliyor.
Mekanı terasta açtığını söylemişti Arda.
“Hadi gidelim” oluyoruz.

SAMİMİ BİR MODERN MEYHANE

Ve iki dakika sonra Mükellef’teyiz.
Gayet sade bir modern meyhane.
Samimi bir havası var mekanın.
Arda işinin başında. Kapri pantolonu, spor ayakkabıları ve üzerine geçirdiği beyaz şef önlüğüyle gayet spor şık; yemeklerle uğraşıyor.
Hemen birkaç meze söylüyoruz.
Yer elmalı meze saniyesinde favorim oluyor.
Manzaramız kirli Karaköy çatılarından görünen deniz ve limana demirlemiş bol ışıklı bir yelkenli...
Hepsinden öte, ferah bir yer Mükellef. Duygusu iyi.
Fonda alaturka çalıyor. Tatlı tatlı, rahatsız etmiyor.
Az sonra mekan dolmaya başlıyor.
Aileler, baş başa yemeğe gelmiş sevgililer...
Diyoruz ki, “Hadi başka yere”.
Bir mekan çok kalabalık olunca anında sıkılıyorum.
Evet, bazen kılım.

NOLA’NIN BAHÇESİNİ SEVDİM
Galata’ya ışınlanıyoruz. Kulenin oralarda yeni bir yer açılmış, ona bakalım diyoruz.
Nardis’in hemen iki adım ötesinde bu yeni mekan, adı Nola.
Epey büyük. Hem bahçesi hem de içerisi.
Dahası, Nola’nın sırtına dayadığı sur epey tarihiymiş.
Cenevizliler döneminden kalma, 1200 yıllık filan.
Cumhuriyet sonrası askeri postal imalathanesi olarak kullanılmış burası. Sonra da kaderine terk edilmiş.
Dört yıl önce Nola’nın ortakları burayı almış ve uzun bir süre Anıtlar Kurulu’ndan izin almak için beklemiş.
Sonunda izin çıkmış ve mekanı açmışlar.
Nola’nın özellikle bahçesini sevdim.
Alaçatı’da, bahçeli bir mekanda oturuyormuşsun hissini verdiği için...
Bir de Galata’nın orta yerinde böyle ferah ve yeşil bir yerle karşılaşmak gayet sürpriz olduğu için...
Nola’nın bir diğer şansı da, yanı başındaki binanın cephesini graffiti sanatçısı Leo Lunatic’in meşhur kızgın pandasıyla renklendirmiş olması.
Arada kızgın pandaya bakmadan duramıyorsun...
Nola aynı zamanda kasmayan bir yer.
Kapısında bekleyen bir güvenlik yok. Herkes rahatça giriyor.
Turisti de bol. İlerleyen saatlerde barına bir hayli turist yığıldı mesela.

ÇEKİRDEK ÇİTLEME KAFASI!

Nola’dan çıkıp Galata Kulesi’nin etrafında şöyle bir dolaştığımda ise tuhaf bir manzarayla karşılaştım:
Çekirdek çitleyen gençlikle...
Hem de öyle böyle değil. Kule etrafına konuşlanmış öbek öbek gençler ve ellerinde çit çit çekirdek...
Her yer nasıl çekirdek kabuğu olmuş, pis bir görüntü.
Bu neyin kafası, gerçekten anlaşılır gibi değil.

“PARİS’TE OKUDUM BEN!”

Ve Soho House...
Gecenin final mekanı. Kapısında şu cümleler havada uçuşuyor, “A kişisi ismimi yazdırmış olması lazım, bir daha bakabilir misiniz?”
Kulübün teras kısmı hıncahınç.
Herkes kendince ‘bir şey’ ve bunu ispat etme derdinde.
Başımdan geçen misal: Bir pop şarkıcısının son konserine yönetmenlik yapmış genç kadın.
Dakika bir gol bir, yanıma gelip bana kendini anlatmaya başlıyor.
Paris’te okuduğunun altını çiziyor, dahası yönetmen Michel Gondry’nin yakın arkadaşı olduğunu özellikle belirtiyor.
Haliyle sıkılıyorum, kulübün karşı tarafındaki otel odalarını dikizlemeye başlıyorum.
Oraya bakmak daha eğlenceli geliyor!
Ve mekan çıkışında, acayip bir trafik.
Cumartesi gecesi ateşi her yerde yani.
Ne sıcak ne ağır gündem ne de dolar-euro; dışarıdaki sosyal hayatın akış hızı bazen hepsinden daha baş döndürücü oluyor...

Yazarın Tüm Yazıları