Paylaş
Üç tane kadın, bir de adam var.
Kıyafetleri çok çok eski dönemlerden kalma.
Bulundukları yer şahane görünüyor.
Koca bir saray ya da konak.
Arkalarındaki melek formlu çocuk heykeli de çok güzel.
Gümüşsuyu’nda sanatçıların müdavimi olduğu, ancak yirmi gün önce kapanan meşhur Park Cafe’nin karşısındaki bu duvar resmini arada bir görürdüm.
Geçenlerde acı haberi gazeteci arkadaşım Nilay Örnek verdi.
Artık o duvar resmi bembeyazmış!
Üzerini itinayla beyaza boyamış birileri.
Görünce gözlerine inanamamış Nilay.
Resmin uzantısında yer alan siyahi adamın yüzünün de beyaza boyandığını farkedince daha da çileden çıkmış.
Ve Nilay’ın asıl üzüldüğü şey...
Şaşkınlığını üzerinden atamadan duvar resminin olduğu binadan bir gencin çıkıp, “Süper olmuş di mi? Çok çirkindi. Çıplak kadınlar, zenciler vardı. Bir tek yeşillikler güzeldi, onu bıraktık” deyivermesi...
UMUTSUZUM
Nilay anlattıkça ben de üzüldüm, ben de sinirlendim.
Ve umutsuz hissettim.
Çünkü o genç o duvar resmindeki kadınları bizim gördüğümüz gibi görmüyor işte.
“Çıplaklar vardı” diyor.
Siyahi adamın yüzünü “zenci” diye beyaza boyuyor.
Böyle bir düşünce karşısında, “Ama çok güzeldi o duvar resmi. Üstelik 20 yıldır burada duruyordu. Bu sokağın sembolü olmuştu. Park Cafe’ye sıkça gelen bir tiyatro dekor sanatçısı tarafından yapılmıştı. Geleceğe hatıraydı” demenin hiç mi hiç anlamı kalmıyor.
Çünkü o göz o resmi sadece “çıplak kadın” olarak görüyor.
“Yazık bize” diyorum o yüzden.
Bir şehir duvarlarına yapılan resimler, graffitiler ile güzel ve anlamlı.
Marsilya’ya gittiğimde mesela inanamamıştım.
Her duvardan bir resim fışkırıyordu.
Bakmaya doyamamıştım.
Bizde ise kimselerin görmediği merdivenli ara sokaktaki duvar resmi bile böyle beyaz badanaya kurban gidiyor işte.
Çünkü zihniyetler fersah fersah farklı...
NOT: Nilay Örnek twitter hesabından Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’a, “Kurtarabilir miyiz bu resmi?” diye sormuş ama yanıt alamamış.
O zaman ben burada retweet etmiş olayım aynı soruyu:
“Kurtarabilir miyiz?”
Masalarda ‘telefonsuz sohbet’ uygulaması
Önceki gün Cüneyt Özdemir yazdı.
“Girişte telefonların bırakılması mecburidir şartını ilk hangi restoran uygulayacak merak ediyorum” diye.
Malum, hepimiz az ya da çok telefon bağımlısıyız.
Masamızda arkadaşımız, hatta sevgilimiz varken bile whats app’tan biriyle uzun uzun konuşuyor ya da saniyede bir sosyal medyaya göz atmadan duramıyoruz.
Benim de bazen masadaki arkadaşımı unuttuğum oluyor. Özellikle whats app yüzünden...
Daha da bağımlı bir arkadaşım var.
Bir keresinde yurtdışındaydık.
Bulunduğumuz mekanda wi-fi yoktu.
Uluslararası dolaşımı da açmak istemeyince internetsiz kaldı ve çemkirip durdu:
“Bu mekandan check-in yapacaktım. Nolacak şimdi?”
Keşke mekanlardan biri cesur çıkıp Cüneyt’in söylediğine benzer bir uygulama yapabilse.
Tamam, mekan girişinde telefonları bırakma uygulaması çok sert. Bize sökmez bu uygulama.
Ama müşteriler kendi aralarında şunu yapabilir pekala: Masaya oturduğunuzda bir sepetin içine konulur tüm telefonlar. Yarım saatte bir herkesin toplu halde telefona bakmasına izin verilir.
Böylece sohbetler bölünmez, arada manasız sessizlikler olmaz.
Bu arada bahsettiğim telefonsuzluk uygulamasını hali hazırda deneyenler var.
Paylaş