Paylaş
Spor ayakkabım artık vefat ilanını yayınlamak üzere.
Hain otlar ayakkabımın içine kadar girmiş.
Ayağım bir süre sonra acımaya başlıyor.
Ama tuhaf; bir süre sonra alışıyor, aldırmıyorum. Yürürken yalnız değilim.
Yanımda rehberlerim var, iki şahane Masai: Stephen Kelempu ve Kasale.
Kenya’daki büyük Rift Vadisi’nin güney tarafında, Olkiramatian bölgesindeyiz.
Yürüyüş esnasında Stephen bazen aniden duruyor ve yerdeki izleri gösteriyor.
“Sence bu ayak izi hangi hayvana ait olabilir?”
Bilmiyorum ki. Kafadan bir hayvan ismi atıyorum.
Belki daha fazla belgesel izlemeliyim, kim bilir?
Ama bunun için çok geç, zaten şu an bir belgeselin içindeyim!
Meğer ayak izi aslana aitmiş. “Büyük olasılıkla sabah geçmiş buradan” diyor Stephen. Çaktırmıyorum ama, hafiften tırsıyorum.
Çünkü safari cipinin üzerinde değiliz, basbayağı bir saattir orman içinde trekking yapıyoruz.
Tamam bellerinde uzun birer bıçak taşıyan ve buraya dair her şeyi bilen rehberlerime güveniyorum. Ama bu topraklara ilk kez geliyorum işte, onlar gibi alışkın değilim ki...
Üstelik bazen Kasale gözden uzaklaşıyor, kayboluyor.
Sonradan öğreniyorum, meğer cep telefonundan eşiyle konuşuyormuş!
Evet Masailer de teknolojinin nimetlerinden yararlanıyor.
Hatta iki rehberimin sosyal medya hesapları bile var.
“İNEK KANI İÇER MİSİN?”
Bir yandan Stephen (fotoğrafta benim yanımda duran) aslanlarla ilgili konuşmaya devam ediyor:
“Onun geldiğini çok önceden hissedersin, etrafa bir ürperti yayar.”
Ayak izlerini görmemize rağmen ormanlar kralı aslan bir türlü ortaya çıkmıyor, onu göremiyoruz.
Onun yerine yanımızdan yöremizden zebra sürüleri, antiloplar, bazen de zürafalar geçiyor. Sonunda bir Masai köyüne varıyoruz.
İnekleri ağıla sokmaya çalışan çocuklar koca koca gülümseyerek bize bakıyor.
Stephen daha önce bahsettiği bir geleneği bana göstermek istediğini söylüyor.
Bir anda kendimi ağılda, inekler içinde buluyorum. İki Masai bir ineği boynundan ve ağzından tutuyor. Bir başkası ise okla ineğin boynundaki damarı hedef alıyor.
Damardan akan kanı ahşap bir sürahiye dolduruyorlar ve Stephen bana dönüp soruyor:
“İçmek ister misin?”
İnek kanı içmek Masailer için bir gelenek.
Aynı zamanda protein almanın en kestirme yolu. Stephen öyle söylüyor.
Ama doğrusu “Çay içer misin?” doğallığında bir kan içme teklifini ummuyordum.
“Hayırrr” diyerek kaçıyorum Stephen’ın teklifinden.
Bu arada damarından kan alınan inek ölmüyor, merak edenlere onu da söylemiş olayım...
Bir çıtırtı duydum sanki
Masailerle geçirdiğim günler boyunca kaldığım yer bölgenin tek ‘lodge’u olan Lentorre’ydi. Hani geceleri sadece çadır brandasıyla önü kapanan, ama doğanın ortasında olduğunuz için hayvanların muhakkak dışarıda cirit attığı o meşhur Afrika lodge’larından.
Altı villadan oluşan Lentorre çok geniş bir arazi içinde.
Elektriği gece belli bir saatten sonra tamamen kapatıyorlar.
Bir sen bir gökteki yıldızlar yani!
Özellikle ilk gece dışarıdan gelen her çıtırtıya kulak kabarttım!
Sonraki gecelerde ise hiçbir çıtırtıya aldırmadan bebekler gibi uyudum.
NASIL GİDİLİYOR
Nairobi’ye indikten sonra Lentorre’ye -diğer birçok lodge da olduğu gibi- pırpır uçak, helikopter ya da arabayla ulaşım var.
Ben arabayla gittim.
Tam 4 saat. Ne yolculuktu ama!
Sodalı Magadi Gölü’nün etrafından zikzak yaparak geçerken pembe flamingoları görmek, karıncaların yaptığı dev tepelere hayretle bakmak ve orman içindeki bozuk yollarda toz duman içinde savrula savrula gitmek cidden sıkı deneyimdi.
SÖYLENİLEN ORTAK ŞEY
Lentorre’nin sahibi Raaji Bharij ise dört kuşaktan beri Kenya’da yaşayan bir Hintli.
Kendini tamamen Kenyalı olarak tanımlıyor.
Hiç Hindistan’a gitmemiş.
Beraber gece safarisine çıktığımız bir gece beni bölgedeki kabilelerin liderleriyle tanıştırdı Raaji.
Hepsinin söylediği ortak bir şey var:
Turistler arasında çok popüler olan Masai Mara bölgesinde artık ‘lodge’ sayısı ve safari cipi trafiği had safhaya ulaşmış.
O yüzden bu bakir bölgenin o kadar popüler olup değişmesinden yana değiller.
“Çünkü” dedi liderlerden biri, “Biz burada yaşıyoruz.
Bir hafta burada kalıp gidenlerden değiliz.”
Kenya’ya gitmeden önce...
Eğer safari bölgelerine gidilecekse mutlaka sarı humma aşısı öneriliyor.
Bir de sıtma hapı alınması... Ben her ikisini de yaptım.
Karaköy’de Sağlık Bakanlığı’na ait bir yerde gitmeden 10 gün önce aşı oldum.
Aşı olurken, “Yan etkisi olabilir” demişlerdi. Gerçekten de oldu! Bir gün boyunca hafif ateşle evdeki yatağa mıhlanıp kaldım. Neyse ki ertesi gün geçti.
Zıpla, en yükseğe zıpla!
Onlarla vakit geçirdiğim saatler boyunca Masailer’den öğrendiğim çok şey var.
İlk aklıma gelenler:
◊ Doğanın kendilerine sunduklarını başka bir şeye dönüştürme becerileri...
Mesela gözümün önünde sert bir ottan bilezik yapıyor Stephen. Ya da keskin bir ok.
Başka bir otu kesiyor, onu da diş macunu olarak kullandıklarını söylüyor.
◊ İmkansız diye bir şeyin literatürlerinde olmaması...
Mesela Stephen bir ara bana, “İstanbul buradan yürüyerek ne kadar sürer?” dedi. Şaka yapıyor sandım. Oysa ciddiydi. “Tabii ki yürünür” dedi.
◊ Geleneklerine ve kendi aralarındaki ilişkilere duydukları saygı...
Mesela bol zıplamalı, zaten ismini zıplamaktan alan Adumu adlı dans seremonisi.
O kadar neşeli ve enerjik bir dans ki... Bir tür meditasyon onlar için...
Bu arada Adumu’da en yükseğe zıplayan kişi grubun en güçlüsü olarak görülüyor aynı zamanda.
Sivrisineklerden korkmalı mı
Malaria denilen türden evet. Ama orada bulunduğunuz süre boyunca alınan hap zaten sivrisineklerden geçme ihtimali olan sıtmadan korunmak için...
Maalesef köylerde yaşayan Masailer hap almıyor.
Bu yüzden sık sık onlara geceleri korunmaları için sivrisinek pedleri veriliyor.
Paylaş