Yıl 1998, aylardan Ocak. Çalışmayı hayal ettiğim derginin yayın yönetmeniyle az sonra görüşeceğim.
Derginin adı Negatif. Milliyet bünyesinde çıkan aylık bir sanat dergisi.
Ama o dönemde çıkan tüm sanat dergilerinden farklı.
Bir kere kadrosu hep gençlerden oluşuyor. Haliyle, içeriğindeki yazılar ve röportajlar da genç, fırlama ve alternatif. Ve işte Negatif’in yayın yönetmeni, aynı dönemde çıkan (yine alternatif) kadın dergisi Kim’in de her şeyi olan Duygu Asena.
Odasına giriyorum, tanışıyoruz. Ne yapmak istediğimden bahsediyorum. Ama o kadar acemi bir iş görüşmesi yapıyorum ki, sempatik filan görüneyim diye herhalde aynı gün doğduğumuzu, ikimizin de Koç olduğunu söyleyip böbürleniyorum.
Akabinde benim Negatif’li günlerim başlıyor. Ama üç-dört ay sonra Duygu Asena’nın hem Kim’i hem de Negatif’i bırakacağını öğrenip şaşırıyoruz.
Sonra bir toplantı yapıyor zaten, gerekçesini açıklıyor. Her zamanki gibi tatlı tatlı...
Gerekçe ne mi? Direkt onun kaleminden, Negatif’e yazdığı son editör yazısından aktarıyorum: "Gerçek hayat hangisi? Çok zevk alarak, eğlenerek, çok istediğimiz için yaptıklarımız mı yoksa yapmak zorunda olduğumuz için yaşadıklarımız mı?
Yapmak zorunda olduklarımızı hayatımızın aslı sanmıyor muyuz hep?
Oysa bizim gerçeğimiz, severek, canımız istediği için yaptıklarımız değil mi? (...)
Bugüne kadar her şeyi sevgiyle, canım istediği için yaptım.
Bıraktıklarımı da sevgiyle, canım istediği için bıraktım. Güzelim Negatif Dergisi’ni de büyük bir sevgiyle genç arkadaşlarıma bırakıyorum". (Negatif, Nisan 1998 sayısı)
Şimdi düşünüyorum da, kim kendi yarattığı dergilerden, o güçten bu kadar kolay vazgeçer?
Özellikle medyada... Ve canı istediği için her şeyi bırakıp çeker gider?
Sanırım Duygu Asena’yı Duygu Asena yapan da biraz buydu. Dibine kadar özgürdü.
Kendi bildiğinden asla şaşmıyordu.
Beyin tümörü teşhisi konulduğunda da, "altı aylık süresi var" laflarına inat canı istedi ve iki yıl yaşadı. Şimdi de canı istediği için bizi terketmiş olabilir mi?
Dave Gahan’ın hayvani enerjisi
Kuruçeşme Arena’daki Depeche Mode konseri bu yaz yapılan enerjisi en yüksek konserdi.
Bunda tabii hiper karizmatik adam Dave Gahan’ın katkısı büyük.
Özellikle ilk bölümde yerinde duramadı Gahan. (Hain düşünce: kokainden olabilir mi?)
Yavaş yavaş üzerindekileri çıkardı. Oradan oraya koşturdu.
Kalçalarını kıvırarak dans etti. Şarkılarını söylerken elleri ’kırıldı’ zarifçe...
Tam bir sahne hayvanıydı yani Gahan.
Bir de benim konseri izlediğim ön taraf, sosyete kulübü gibiydi: Mehmet Germiyanlıgil, Can Akçay, Ömer Karacan, Melissa Mızraklı, Umut Elçioğlu filan...
Gahan’ın performansı kadar dikkatleri çeken unsurlardan biri de çizilmiş gibi duran kasık kasları (imrendik hep beraber) ve dövmeleriydi.