Paylaş
Eski bir apartmanın girişinde, alışık olunmadık bir konseptte. Mesela: İlk kez büyük bir masa etrafında sosyalleşti insanlar.
Kimse kimseyi tanımadan, bundan da asla sıkılıp gocunmadan...
En çok da o masa etrafında oturmak sevildi zaten. Ardından da meşhur House limonata... (benim favorim ise “yıldızlı limonata” idi, bilen bilir) Kısa sürede meşhur oldu House Cafe. Taklitleri yapılmaya başlandı.
Öyle ki yeni açılan birçok kafenin işletmecisi House’daki gibi garsonlar istiyordu: Üniversite öğrencisi, kendine has tarzı olan, biraz sevimli biraz ukala biraz da ehli keyf...
Unutmadan, House Cafe’nin fiyatları dönemine göre tuzluydu da.
Salatası, tostu, limonatası...
Ama orada görünmek/orada buluşmak önemli olmaya başlamıştı. Fiyata bakmak en son akla gelen şeydi.
Ayrıca şehirde henüz o kadar diyet uzmanı pörtlememişti ve kadınlar “salata”yı keşfetmişti!
Öğün demek artık salata yemek demekti.
House da salata işini iyi biliyordu, damarı yakalamıştı. Derken House Cafe yeni şubeler açıp hızla zincirleşti.
Yeni şubeler açıldıkça ilk müdavimler House’u terk etmeye, bu zincirleşmeyi eleştirmeye başladı. Ve küçük Nişantaşı kafesi House için hızlı yükseliş başlamıştı bir kez. Şubelerin ardından otel işine de el attı House’un ortakları. Ve şimdi on yılı geride bıraktılar.
Önceki gece yenilenmiş haliyle onuncu yılını kutladı Atiye Sokak’taki House. Sokağa kırmızı halı değil, siyah bir halı sermişlerdi.
Doğrusu şıktı ve farklıydı.
Peki House’un şu anki durumu ne? Artık büyük bir gruplar.
Bir yandan eski lezzetlerini/tarzlarını korumaya çalışıyorlar. Bir yandan da yarattıkları kimliği tüm şubelerde hissettirmeye...
İşleri zor. Çünkü karşılarında, her biri kendi çapında birer gurme olan, çok gezen çok gören yeni bir şehirli kitle var.
Ve onlara bir şeyi beğendirmek 2002’den çok daha zor.
Ayarlarıyla oynamak isteyene
Enerji seansları, kuantum, gelişim-dönüşüm, meditasyon, biyoenerji; kısacası toptan “spritüel” olarak tabir edilen şeylere ilgim malumunuz... Arada bir o konulardaki deneyimlerimi yazıp çiziyorum. Merakım sonsuz bu konuda.Benim gibi meraklı olanlara ya da “ben hiç anlamam, ama şöyle bir konuya bakıp çıkasım” diyenlere bu hafta sonu yapılacak bir seminer önerim var.
Sofa Otel’de yapılacak semineri düzenleyen Nilgün Sarar.
On yıldır tanıyorum kendisini. Bu konulardaki arayışı, kendini geliştirmesi bitmedi/bitmiyor, bitmesin de...
Benzerleri gibi “ben, ben, ben” diyenlerden değildir Nilgün.
Dinler, paylaşır ve bildiklerini çok iyi aktarır.
Ayrıca formül önermez, insanı yormaz/sıkmaz.
Peki Sofa Otel’deki “Tune (Ayar)” adlı seminerinde ne yapacak Nilgün Sarar? Kendi ağzından aktarmak en güzeli:
“İçinde yaşadığımız şehrin ve sorunların baskısı nedeniyle yıllardır ruhumuz ve bedenimizin evren dediğimiz büyük enerji kaynağıyla ilişkisi koptu.
Bunun sonucunda mutsuzluk, depresyon ve yaşam şartlarının zorluğundan kaynaklanan rahatsızlıklar, şikayetler çoğaldı.
Tune semineriyle bedeni ve ruhu kaybolan enerjiyi geri kazanabilecek şekilde ayarlıyorum.”
Unutmadan
- Tepebaşı’ndaki Spoil (yani iki yıl önce Public olan yer) şimdi de Safi Meyhanesi olmuş. Dışarıdan bakınca göz alıcı bir ambiyansı var.
Renkli aydınlatmalar, sandalyeler filan...
Geçenlerde kalabalık bir arkadaş grubu gittik.
Bolca gürültülü kahkahalar atıp rahat rahat konuşabildik.
Çünkü yüksek sesli bir müzik ya da fasıl ortamı yoktu.
Nitekim burası bir tür modern meyhaneymiş. Safi’nin mezelerini de sevdik, saydık; hatta birkaçını tekrar tekrar istedik. Sakin sakin, sanki tipik bir restorandaymış gibi meyhane takılmak isteyenlere hatırlatayım dedim.
- Bu akşam garajistanbul’da herkese açık, yani bilet alıp girebileceğiniz bir parti var: Pragma partisi.
Pragma malum, Kuzey Güney dizisinde oynayan Buğra Gülsoy’un da başrolde olduğu sert bir tiyatro oyunu. Bu akşam oyun şerefine bir parti veriyorlar.
Üstelik oyunun dekorunun içinde. İlginç olabilir hani...
Paylaş