Paylaş
Boş zamanlarında dahi ruhsal egzersiz yapmak için. Daha sonra batılılar keşfetmiş, varolanı biraz modernize etmiş, Kızma Birader filan gibi kutu versiyonunu yapmış ve adına da “The Transformation Game” demişler. Diyenler Joy Drake ve Kathy Tyler.
İskoçya’daki meşhur ekolojik köy Findhorn’da yaşıyorlar.
Ve Findhorn’a gelen herkese oyunu 14 günde öğretip uygulayıcı olma konusunda sertifika veriyorlar.
“Bir oyun için o kadar gün kalınıp sertifika almaya değer mi?” demeyin, bu oyun tam beş saat sürüyor!
Ben de açıkçası oynamaya giderken en çok bunu düşünüyordum: “Beş saat çok uzun değil mi? Ya sıkılırsam?”
Oyunu oynamak üzere ta İskoçya’ya, Findhorn köyüne gitmiş değilim.
Bir taksiyle Etiler’e gittim.
Çünkü bir Türk, Müge Özkorkut, zamanında Findhorn’a gitmiş ve bu oyunun sertifikasını almış.
Şimdi Etiler’deki merkezinde, Türkçe adıyla “Dönüşüm Oyunu”nun uygulayıcısı kendisi.
Son zamanlarda birçok kişiden “Bu oyun sayesinde hayatım değişti” repliklerini duymaya başlayınca, “Hadi” dedim, “Bir trend olarak ele alıp deneyeyim şunu”.
“BENCE BİTİRELİM, ÇÜNKÜ DUMUR OLDUM!”
Peki neler oldu? İşte başıma gelenler...
- Oyunun amacı basit: Hayatınızda dönüştürmek istediğiniz mesele hangisi ise o meseleyi paylaşıyorsunuz uygulayıcıyla.
Ve niyet ediyorsunuz oyuna başlamadan önce.
- Sonrası çeşitli kartlar, taşlar, zarlar, farkındalık pullarıyla tipik bir oyun gibi ilerliyor. Ama aralarda oyunun uygulayıcısı (kolaylaştırıcı da deniyor bu kişiye) öyle sorular soruyor ki sana, dumur oluyorsun.
- Ben oldum. Dumur yani. Sorular şunun için var aslında: Dönüştürmek istediğin konuda kalıpların varsa o kalıpları kökünden yıkmak için. Gel gör ki kolay iş değil.
Hiç tanımadığım bir insana anında dökülmek, ona güvenmek açısından...
- O yüzden ikinci saatin sonunda, “Bence bitirelim” dedim Müge Hanım’a. “Emin misin?” dedi. Meğer bir başlandı mı bitirilmek zorundaymış oyun! Bu kez ben “Emin misin?” dedim tabii.
Tuhaf ama, dönüşüm oyununun böyle bir kuralı varmış.
Bilinçaltındakileri ortaya saçtığın için bunların dağınık vaziyette kalması sakıncalı olabilirmiş.
Sonuçta çok ısrar edince Müge, hızlandırılmış bir şekilde oyunu bitirdik. Yani beş saat değil, üç saat filan kalmış oldum oyunun başında.
- Oyunun sonunda Müge Özkorkut dedi ki; “Oyunu bırakmak isteyen ilk kişi oldun!” Peki tavsiye eder miyim oynamanızı?
Dökülüp saçılmaya, kendinizi paylaşmaya hazırsanız elbette oynayın.
Yoksa zor. Benim gibi dönüşemeden dönersiniz sonra...
NOT 1: Oyun neden bu kadar uzun sürüyor? Çünkü oyun dört seviyede oynanıyor: Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal...
NOT 2: Kazanma-kaybetme diye bir şey yok, esas mevzu en başta söylediğin o niyete ulaşmak...
NOT 3: Haber başka haberi getirirmiş. Bu ekolojik köy Findhorn’u acayip merak ettim. En kısa zamanda oraya gidip izlenim yazacağım size. Kim bilir belki orada dönüşürüm!
Seksenlerde yayınlanan bir çizgi filmin malum repliği gibi:
Hop hop, değiş tonton!...
Nasıl geçti habersiz hafta sonu
- KATILAMA-DIM... Hayır, cumartesi akşamı sekiz buçukta “Dünya Saati” uygulamasına katılamadım, çünkü dışarıdaydım.
Ve heyhat, evde de ışıkları açık bırakıp gitmiştim!
Aslında bu “bir saatlik karanlık” uygulamasını bazı mekanlar bir trend olarak da ele alabilirler pekala.
Gece boyu tüm ışıkları söndürüp mum ışıklı, loş partiler yapabilirler.
- DİBİNE VURDUM... Türkçe müziğin dibine vurdum hafta sonu.
Zilly, eelence, Piyasa derken tüm Türkçe barları tavaf ettim.
Ve bu gezmeler sonucunda öğrendim ki W Minyon Bar da Türkçe’ye teslim oluyormuş. Sadece cumaları ama.
Türkçe müziğin en iyi DJ’lerinden Serhan Sokulgan çalacakmış orada. Unutmadan, Serhan salıları da Sess’te çalıyor.
Ve hiç bilinmeyen kayıtlarla ortamı şenlendiriyor her zamanki gibi.
- DENEDİM... Nişantaşı’ndaki Cento per Cento’da yemek yedim.
Mekanın Londra’da yaşayan İtalyan şefi Maurizio Morelli arada bir İstanbul’a geliyor ve menüyü baştan aşağı değiştiriyormuş.
Değiştirdiği menüye denk geldim. Karidesli raviolisi pek lezzetliydi. Ama beyaz şarap bir türlü soğuk servis edilemedi, “pes” dedim.
Paylaş