Paylaş
Canım Stephanie kuralları takmazdı, kraliyet mensupları gibi sıkıcı değildi, şatafat deliliği yoktu, aşkları kadar savruk kariyeri de bol bol dikizlendi, konuşuldu.
Modacı da oldu şarkıcılık da...
Mesela o devasa havuz başında çekilen Dance With Me klibini YouTube tünellerinde bulup izleyin.
Stephanie’nin androjen çekiciliği ve anarşist hüznü orada doruktadır.
Neyse, Stephanie’yi anma satırlarını elbette Sibel Can’ın Prenses Grace Kelly Vakfı yararına yapılan Gül Balosu’na katılması nedeniyle döşedim zihninize.
“Çocukluk hayalim gerçekleşti. Kendimi bildim bileli Grace Kelly ve Prenses Caroline hayranıyım. Balo tam hayal ettiğim gibiydi.
Gece çok görkemli, kraliyet ailesi ise son derece mütevazıydı” demiş Sibel Can.
Bu satırları okuduktan sonra dedim ki, el kadar (hatta Bebek kadar) Monaco’nun kraliyet bireyleri herkesin bir şekilde aklında yer etmiş.
Sibel Can sayesinde (ki orada evi var, sık sık gidip geliyor) burası sadece Formula zamanı değil, tam zamanlı popüler olacak ve korkarım yakında Monaco sokaklarında yürüyen ve diyet yapan Şeyda Coşkun’ları, Lucca’dan çıkmayan piyasa erkeklerini/kadınlarını görmek yakındır.
Bekle bizi Monaco; geliyoruz, geliyorlar...
NOT: Anarşist prenses Stephanie bugün 45 yaşında ve kendini hayır işlerine adamış. Yani sistem onu da “yola getirmiş.”
Eski deliliğinden artık eser yok. Ben vazgeçtim Monaco’ya gitmekten...
Herkes kendi mahallesine
Bundan iki yıl önce, tam da bu zamanlardı.
Muhazafakar kesimin uzaylısı, anarşisti diye tabirlenen gazeteci Esra Elönü’yle Tempo dergisi için bir araya gelmiş ve mahalleler arası bir eğlence turu yapıp karşılıklı izlenim yazmıştık.
O beni sosyalleştiği yerlere götürmüştü. Fatih’teki kafelere...
Ben de onu Asmalı-mescit barlarına...
Hatta o turda çekilen bar fotoğraflardan biri (ben elimde bira Elönü’nde soda) hâlâ sosyal medyada dolaşır durur. Elönü’den nefret edenler tarafından, “Bak bara da takılıyormuş” diye...
O turda şunu görmüştüm: Mahalleler arası geçiş yapmak hiç kolay değil. Göz süzmelerinden illa ki kurtulamıyorsun.
Ve şimdi, Gezi’den ve bu seçimlerden sonra mahalleler arasındaki uçurum katmerlendi.
Çizgiler daha kalın. Belki hep öyleydi, ama bugünlerde durum o Gülben Ergen şarkısını alabora edersek eğer, çok daha net: “Herkes kendi MAHALLESİNDE yaşar yarim. Bu mevzu ikimizi de aşar yarim.”
Reklam atlası
* NE YAZIYOR ORADA? Akbank’ın İstanbul Film Festivali için yaptırdığı ilanlara bakmadan geçemiyorum. Çünkü ilanlarda siyah fon üzerine kırmızıyla uzun uzun cümleler yazılmış. Ve bu cümlelerin her biri bir başka filme dair.
Bazı cümlelerin hangi filmi anlattığını ilk anda kestirmek güç. Bilmece gibi. Bazıları hemen kendini ele veriyor, “Şu filmden bahsediyor” diyorsun. Yani kolaycı bir reklam değil, zihin çalıştırıcı/yorucu bir iş olmuş. Tam festivallik.
* İYİ BORU? Seçim gecesi herhalde herkesi en çok bıktıran reklam, “İyi boru bu boru” sloganlı reklamdı. Bir ara reklamın subliminal mesajı mı var, neden saniyede bir karşımıza çıkıyor, boru derken başka bir alt metin deryasında mı boğulmamız gerekiyor diye düşündüm.
Ve nitekim işin içinden çıkamadım.
Paylaş