Paylaş
Haksızlığa karşı birbirlerini satmazlardı.
Ama ya yapımcılar?
Bu sektörünün zayıf halkası yapımcılarmış gerçekten de...
Neden mi, şöyle açıklayayım efendim.
Geçtiğimiz hafta yazdım; Apple Music, 191 yapımcıya ait 200 bin şarkıyı izin almaksızın hukuka aykırı şekilde yayına açtı.
Hakkı yenen yapımcılar ayaklandı tabii.
Ama diğerleri Apple Music’e tepki göstermediler.
Tam tersine, bazıları sosyal medya üzerinden “Ama Apple Music meslek birlikleriyle anlaştı, bir tek bazı yapımcılarla anlaşmamış olabilir” şeklinde kafa karıştırmaya yönelik açıklamalar bile yaptılar.
Düşünün, meslektaşları böyle bir haksızlığa uğramış haldeyken bile ortak tavır koyamayan yapımcılarla bu sektör istenilen yere gelebilir mi?
Sonuç olarak eser sahipleri ve sanatçıları kutlarken, müzik sektörünün zayıf halkası maalesef yapımcılarmış diyorum.
Bu arada; fikri takip anlamında Apple’a hem hukuk hem de ceza davaları açılmaya devam ediliyor.
Apple yöneticileri bu sorunu uzlaşarak, hakkı hak edene teslim ederek halledemezlerse hapis cezası ile yargılanacaklar.
Durum bu kadar ciddi yani.
Bu, tabii ki dava açanlar dahil kimsenin hoşuna gidecek bir şey değil.
Keşke bir an önce el sıkışılsa, kucaklaşılsa ve bunlar olurken fonda da Apple Music üzerinden dinlenen güzel şarkılar çalsa.
Pırlantamı sevgilim aldı!
Sevgililer Günü’nün bendeki en komik olayı, aranjör Emirhan Cengiz’in ve söz yazarı, besteci Sude Bilge Demir’in evlilik teklifi hikayesi.
Olay şöyle gerçekleşiyor.
Emirhan, Sude’ye evlilik teklif etmek için gidiyor en pahalısından bir pırlanta yüzük alıyor.
Teklifini yapıyor güzelce.
Sude “evet” diyor.
Alkışlar, sarılmalar, öpücükler geçtikten sonra da Emirhan’ı oracıkta bırakıp, yüzüğü aldığı gibi üst kata çıkıyor.
Üst katta bir pırlantacı oturmakta!
Soruyor; “Bu pırlantanın değeri şu kadar mı, benim sevgilimi kazıklamamışlar, değil mi?”
Adam, “En iyisinden ve olması gereken fiyata almış, çocuk doğru çocuk, gayet akıllı, git evine sarıl, öp, sesini çıkarma” diyor.
Sude bir koşu iniyor alt kata.
Emirhan’a bir kez daha sarılıyor!
Beni aradı, çünkü...
Sevgililer Günü’nde Kıbrıs BackwoodXL’deki konserimin ardından 04.00 uçağı ile İstanbul’a döndüm.
Uçak alana indiğinde telefonu açar açmaz bir baktım bir sürü mesaj.
Düşünsenize sabaha karşı o bir saat içinde pek çok kez aranmışım, sıra sıra mesajlar gelmiş.
Mesajlar çok sevdiğim arkadaşlarımdan Faruk Özdemir’den.
Aramış defalarca, telefonu kapalı görünce şöyle yazmış: “Ömür, kedim balkondan düştü, veterinerdeyim, kalçası kırılmış, çok üzgünüm, ağlıyorum.”
İnanın kalbime bıçak saplandı o anda.
Hem kedinin hem de Faruk’un acısını iliklerime kadar hissettim.
Hayvan sevgisi bir başka gerçekten de.
Ve emin olun hayvan seven insanlar arasında sanıldığından çok daha güçlü bir bağ var.
Faruk’un “benim çocuğum gibi” dediği güzel kedisi umarım bir an önce iyileşir, yürümeye, koşmaya başlar.
Bu cümleme en içten “amin” diyenlerin hayvan besleyenler, hayvan deyip geçmeyenler olduğunu biliyorum.
Ve onların hepsini
çok seviyorum.
Az kaldı Leonardo, az kaldı!
Oscar’a adım adım değil doludizgin gidiyoruz.
Daha “Diriliş”i (The Revenant) ilk gördüğüm gün yazmıştım, “Leonardo DiCaprio bu filmdeki rolüyle bu yıl Oscar’ı kesin alır, almazsa ben bu işi bilmiyorum” diye.
Fazla iddialı olmuştu, biraz da korkmadım değil aslında.
14 Şubat’ta İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi tarafından dağıtılan Bafta Ödülleri, Leonardo DiCaprio kadar bana da Sevgililer Günü hediyesi oldu.
Bafta, Oscar’ın habercisidir derler.
Diriliş, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini alınca, kendisiyle el ele, Oscar’a doğru birlikte gidiyor gibi hissettim!
Bu arada Leonardo DiCaprio teşekkür konuşmasında “Annem olmasa ben bugünlere gelemezdim” diyerek yaptığı saygı duruşu ile başka bir özelliğini daha ortaya koydu.
Doğaya, çevreye duyarlı olduğunu bildiğimiz oyuncu, ailesine ve köklerine de bağlı olduğunu gösterdi.
Paylaş