Gazetecilik, televizyonculuk dışarıdan kolay gibi görünür. Röportajlarda sorarsın soruyu, top senden gitmiştir artık, arkana yaslanır, dinlersin. Gelin bir de bize sorun. İşin aslı hiç de öyle değil.
Yıllar önce bir kitapta okumuştum. Röportaj yapılması en zor, en kaprisli, egoları en yüksek olan kişiler oyuncularmış. Psikolojik midir nedir, bunu okuduktan sonra her söyleşiye daha da bir gergin gider oldum!
Ama geçen gün olayı iyice abarttım. Necati Şaşmaz’la yapacağım röportaj öncesi yay gibi gerildim, hatta bir gece öncesinde uykum bile kaçtı. Haksız değilim ama...
Duyduklarım, kendisinin televizyon röportajlarında konuşmayı fazla sevmediği, kelimeleri tasarruflu kullandığı yönünde.
Onu, Kurtlar Vadisi Irak’ın aylar öncesindeki basın toplantısında görmüşlüğüm var, sessiz sakin, huzurlu biri gibi hatırlıyorum, ama kendisini şahsen tanımıyorum ki.
Dizideki Polat Alemdar’ı, hele bir de "Biz racon değil, kafa keseriz" repliğini de düşündükçe, eyvah, diyorum, bir de Necati Şaşmaz, Polat Alemdar şapkasını sette bırakmayı sevmiyorsa!
Sharon Stone’la aynı seti paylaşıp, öpüşmesinin, şu sıralar ülkenin en çok konuşulan oyuncularından olmasının getirebileceklerine girmek bile istemiyorum!!!
Fazla uzatıp, işin suyunu çıkarmayayım.
Necati Şaşmaz, o gün efendiliği, mütevazılığı, esprili tavırları ve samimiyetiyle tüm anlatılanları yalanlamış oldu, beni de önyargılarımdan dolayı hayli utandırdı.
Kendisiyle bir saate yakın Kurtlar Vadisi Irak’ı, Polat Alemdar’ı ve de tabii ki Necati Şaşmaz’ı konuştuk.
Necati Şaşmaz’la Polat Alemdar’ın ortak yönleri, detaylara düşkünlük, keskin bir isim ve sima hafızası, hızlı araba kullanmakla sınırlıymış. Necati Şaşmaz, şiddetten ve silahlardan nefret edermiş.
Sharon Stone’lu çekimlerde en çok samimi bir ortam için ilk adımı kendisinin atmamış olmasına üzülüyormuş. Sonunda Stone dayanamamış, yanına gelip, "Sana bir kahve alayım mı?" demiş. Necati Şaşmaz, "Keşke ondan önce ben davranmış olsaydım" diyor.
"Kendini, Türkiye’nin Rambo’su olarak mı görüyorsun?" sorumu ise, gülerek, "Türklerin Polat’ı desek" şeklinde cevaplıyor, biraz düşündükten sonra da şöyle devam ediyor; "Türklerin Rambo’su mu, neden olmasın?"
Tahminimden çok daha keyifli geçen bu söyleşinin tamamını, bu Cumartesi günü Kanal D’deyayınlanacak olan Sinema programında izleyebilirsiniz.
Uykusuz görüntüm için kusura bakmayın. Ama, dedim ya, bu röportaj öncesindeki gerginlik bir gecelik uykuma mal oldu!
!f, iki yakamızı birleştirdi
Artık İstanbul’da iki ayrı şehir olduğunu, Beyoğlu’nda düzenlenen bir etkinliği Bağdat Caddesi civarlarına da götürmenin gerekliliğini görmenin zamanı gelmişti.
Yalan değil, öyle anlar geliyor ki Taksim’den Erenköy’e gitmek, İstanbul’dan Kocaeli’ne gitmekten daha uzun sürebiliyor!
Bağımsız Filmler Festivali !f de bunun farkına varmış olacak ki, beşinci yılında, 40’tan fazla bağımsız filmden oluşan programını hem Avrupa hem de Anadolu yakasıyla buluşturuyor (bu arada bir müjde de Ankaralılar’a, festival en özel seçkisiyle 3-5 Mart tarihleri arasında Ankara’da olacak).
16 Şubat’ta başlayacak festivalde kaçırılmaması gereken filmleri haftaya bu köşede bulabilirsiniz.
Çamaşır ipiyle film çekmek
Atatürk Üniversitesi’nden 3 öğrenci, bir yarışmaya katılmak üzere film çekmeye karar vermişler. Elde avuçta pek bir şey yok. Ama istek ve azim yerinde.
Kamerayı bir düğün salonundan temin etmişler, ses düzeneği olarak da fırça sapına çamaşır ipiyle bağladıkları ve üzerini süngerle kapladıkları mikrofonu kullanmışlar. Öğrenciler, reflektör ihtiyacını ise üzerini alüminyumla kapladıkları siniyle karşılıyorlarmış.
Filmin yönetmeni Melik Külekçi, "İlkel yöntemlerle çalışsak da, senaryomuza çok güveniyoruz, kısa film yarışmasına katılıp, kazanacağız" diyor.
Ben onları şimdiden kazanmış sayıyorum ve sinema sevgileri, tutkuları ve azimleri için tebrik ediyorum.
Kim bilir, bakarsınız ellerinden tutan birileri de çıkar.