Yılın, ikinci merakla beklenen filmi Çağan Irmak’ın “Prensesin Uykusu”ydu.
Haftaya cuma vizyona girecek olan “Prensesin Uykusu”nu geçen günkü basın gösterimde izledim. Çağan, rüya gibi, naif, fantastik bir masal anlatmış. Her masalda iyiler ve kötüler vardır, Çağan’ınkinde de aynen öyle. Gizem adlı küçük bir kız ve kalbi en az onunki kadar temiz olan Aziz’in ölüme ve kötülüklere karşı olan mücadelesinde en fazla yararlandıkları şey, aynı masallarda olduğu gibi, iyi kalpleri, hayalleri ve hiç yitirmedikleri umutları oluyor. Filmdeki gelgitler arasında çocukluğumuzun masallarına göndermeler de var. Polyanna ve Pamuk Prenses öne çıkanlar arasında. Ben filmin özellikle animasyon sahnelerine bayıldım. Hatta çoğu zaman gerçek çekimlerden çok daha etkileyiciydiler. “Prensesin Uykusu”nun renk, çekimler ve kurgu konusunda Çağan’ın önceki filmlerinin gerisinde kaldığını düşünüyorum. Filmin en büyük sorunlarından biri uzun olması. Filmdeki Redd vurgusuna gelince. “Prensesin Uykusu”, Redd’in bir şarkısından yola çıkılarak çekilmiş ama bazı sahneler sanki sadece Redd için çekilmiş hissi uyandırıyor. Özellikle de hastane odasında playback yaptıkları sahne olmamış. Keşke o şarkıyı playback değil de canlı söyleselermiş. Çok daha gerçekçi olurmuş. Çağan, “Prensesin Uykusu” için boşuna “Çektiğim en güler yüzlü, eğlenceli film” demiyor. Özellikle Genco Erkal’ın canlandırdığı yaşlı yönetmen ve Neşet (Alican Yücesoy) arasında geçen diyaloglar ve tabii Genco Erkal’ın muhteşem oyunculuğu görmeye değer. Ama benim filmdeki adamın Aziz (Çağlar Çorumlu). İnsanın hayata bakışını değiştirecek, pembe gözlükler taktıracak, hep gülümsetecek kadar pozitif ve naif biri o. Aziz’in hayal dünyasının perdeye yansımaları da ayrı bir olay. Pembe ahtapot, tahta gagalı kuş gerçekten de şahaneydi. Bir yönetmenin böyle güzel düşler kurması, kurdurması ve bunu perdeye yansıtabilmesi ne kadar da güzel. Özellikle bu düş sahneleri ve bizi Aziz’le tanıştırdığın için, teşekkürler Çağan...
Testere’yle rekorlar kitabından vizyona
Şu “Testere” serisi, nasıl da hastalıklı bir beynin ve kıvrak bir zekanın ürünüdür. Bulmaca çözmeyi, ölüm ve işkenceyle birleştirmeyi akıl edenler yıllar içinde hem ciddi bir hayran kitlesi edindi hem de parayı götürdü. Onunla da kalmadı “Testere”; “Elm Sokağı’nda Kabus”, “13. Cuma” ve “Cadılar Bayramı” gibi korku klasiklerini bile geride bırakarak “Dünyanın En Başarılı Korku Filmi” olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Modern bir işkence müzesinde çekilmiş belgeseli andıran seri, 7. filmine ulaştı ve pembe yanaklı Jigsaw halen iş yapmaya devam ediyor. Serinin 7. filmi yarın 3 boyutlu olarak vizyonda olacak. 3 boyutun filme bir şey katmadığını yeri gelmişken söyleyeyim. 2 boyutlu izleseniz de değişen bir şey olmaz. Bu son filmde sadist Jigsaw’un tuzaklarından kurtulanlar bir araya gelip, yaşadıkları tecrübeleri birbirlerine anlatıyorlar. Jigsaw’un tuzağından kurtulmayı başaranlardan biri ise başka bir tehlike olarak çıkıyor karşımıza. Film camekan içinde, acayip bir ölüm sahnesiyle açılıyor. Bağırsak ve kanın izleyenlerin üstüne üstüne geldiği bu sahneyi kusmadan, bayılmadan atlatırsanız, gerisini rahat seyredersiniz. Filmin kalanında bu kadar etkili bir başka sahne de yok zaten.
Kısa filmcilere
Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin son derece prestijli olan Hisar Film Seçkisi’nde yer almak isteyen kısa filmciler için başvurular başladı. Seçilen 10 kısa film bir DVD’de toplanarak sinema okullarına, ulusal ve uluslararası yarışmalara ve festivallere gönderilecek. Bu yıl ana jüride oyuncu Tülin Özen, yönetmen kardeşler Durul ve Yağmur Taylan ile SİYAD Başkanı Murat Özer var. Seçkiye 2010 yılında üretilmiş kısa filmler başvurabiliyor. Son başvuru tarihi 21 Ocak 2011.