Paylaş
Savaş.
İster bölgesel çatışmalar olsun, ister dünya savaşı; ölüm, kan, duman, çamur, pislik ve acı demek.
Aynen ‘Fury’de Brad Pitt’in canlandırdığı Don’un dediği gibi; düşmanı öldürmek zorundasındır, yoksa sen ölürsün.
Bütün mekanizma bunun üzerine kurulu.
İstediğin kadar çocuksu, saf, temiz ol, o çarkın içine girince zamana öfkelenip, bir ölüm makinesi haline gelmen kaçınılmaz.
Don’u başında olduğu tankın adı ‘Fury’, Türkçede “öfke” anlamına geliyor.
Savaşanların motivasyonunun özeti bu kelime.
Başka türlü gözü kararıp da hiç tanımadığı birilerini neden, nasıl öldürebilir ki insan.
DERİNLİKLİ KARAKTERLER
Film, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Almanya’da geçiyor.
Yazar yönetmen David Ayer, tank savaşlarına odaklanmış.
Film bizi stratejilerin konuşulduğu komutan odalarından çok; sahaya, çamurun, pisliğin, dumanın içine götürüyor.
Ama tek bir tankın içinde geçtiği için de karakter çalışmasını derinlikli yapmayı es geçmiyor.
‘Fury’, gerek savaş sahneleri gerek karakter çalışması anlamında yoğun bir film.
Bir tankın içinde farklı inanç ve geçmişe sahip insanların sadece öldürme odaklı yaşamlarını merkezine alan yönetmen Ayer, hikâyesini ‘Fury’ adlı tankın içindeki adamlar üzerinden anlatırken klişelere de yer veriyor, sürprizlerle de geliyor.
Fury’nin ana temalarından biri daha pek çok savaş filminde de olduğu gibi savaş ortamının bir insanın kalbini nasıl taşlaştırıp, sonunda bir savaş makinesi haline dönüştürebildiğiyle ilgili.
En saf, en hümanist, en çocuk ruhlu adam bile bu ortamda “kahrolsun düşman” diyerek silahını ateşleyecek hale geliyor.
HEM BABA HEM KOMUTAN
Orduya katip olarak katılmış Norman Ellison (Logan Lerman), tank sürücüsü olarak devam etmek zorunda kaldığı savaş hayatında eğitimini Fury adlı M4 tankının başındaki Don Collier’den (Brad Pitt) alıyor.
Don, oğlu yaşındaki Norman’a hem babalık hem de komutanlık yapmakta.
Tank ekibini bir arada tutabilmek için büyük bir ustalıkla yönetmek zorunda.
İncil’e sığınmış Boyd Swan (Shia LaBeouf), savaş makinesi Grady Travis (Jon Bernthal) ve göçmen Gordo Garcia (Michael Pena) ile kimi zaman tek yumruk olsalar da ayrı düştükleri zamanlar da oluyor.
Norman ise bambaşka biri. Başlarda ne Norman ekiple olmak istiyor ne de ekip Norman’la. Tankın içindeki kan ve ceset parçalarını gördüğünde kusarak dışarı çıkan Norman’ın yaşadıkları onu farklı bir adam haline getiriyor.
Fury’nin savaş ve aksiyon sahneleri son derece iyi çekilmiş ve gerçekçi.
Don ve Norman’ın savaşa ara verip, iki Alman kadınla bir apartmanda yalnız kaldıkları sahneler hem aksiyona bir mola oluyor, hem de filmin en gerilimli sahneleri olarak akılda kalıyor.
Burada Don ve ekibi arasındaki gerilim, tansiyon ve rahatlama filmde kilit bir rol oynamakta. Sürprizlerle dolu, olayların nereye gideceğini kestiremediğimiz bu mola filmin karakter çözümlemesi anlamında da önemli.
SON YILLARDA İZLEDİĞİM EN İYİ FİLM
Filmin iki ana karakterinden biri olan Don’un ana prensibi savaştan kaçmamak ama diğer yanda da adamlarını hayatta tutmak. Savaş ilkeleri net olan bu adamın savaşa uzak ve soğuk duran yeni asker Norman ile olan baba oğul kıvamındaki dostluğu son derece etkileyici. Brad Pitt, Don rolünde o kadar gerçekçi ve inandırıcı ki bir süre sonra rolün içinde Brad Pitt’i fark etmeyecek hâle geliyorsunuz. Logan Lerman ise Norman rolünde, özellikle filmin başlarında savaşa direnç gösterirken çektiği acıları yansıtırken, hayli başarılı.
‘Fury’, gerek oyunculukları, gerek gerçekçi savaş sahneleri, gerekse savaşan adamın acımasızlığını gösterirken aynı anda insanlık kırıntılarını da es geçmemesi açısından son derece iyi bir film.
Son yıllarda izlediğim en iyi film diyerek gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.
Paylaş