Paylaş
Faz çalışmalarında başarıyla 3’üncü safhaya geçen aşının adı, Turkovac olarak duyuruldu.
1998 yılından beri aşı üretmeyen Türkiye’nin ilk korona aşısını bulan kişinin kim olduğuyla ilgili bilgi ise beni havalara uçurdu, çok sevindirdi ve hayli gururlandırdı.
Sevgili Murat Özhavala’yla sohbet ederken öğrendim, yerli aşıyı bulan Prof. Dr. Aykut Özdarendeli bir veteriner hekim.
Veterinerlik Fakültesi’nden mezun olduktan sonra doktorasını viroloji üzerine yapmış. ABD’de ise 3 yıl sadece koronavirüs üzerine çalışmış.
25 yıldır viroloji üzerine çalışmalar yapan, yerli aşıyı bularak yüz akımız olan virolog Özdarendeli’nin aynı zamanda veteriner hekim olmasından yola çıkarak birkaç sitemimi de dile getirmek isterim.
“Şuram ağrıyor, buramda sancı var, midem bulanıyor, başım dönüyor, gözlerim az görüyor” vs. diyemeyen, hastalıklarını anlatamayan dilsiz dostlarımızın dertlerini anlayıp, çare olmak için canla başla çalışan veteriner hekimler ne yazık ki hak ettikleri değeri göremiyor.
Bir kere “Sağlıkta Şiddet” yasa düzenlemesine dahil edilmediler. Hasta sahipleri tarafından saldırıya uğrayan pek çok veteriner hekim varken bu yasada yok sayılmaları kabul edilir gibi değil.
Benzer bir yanlış korona aşısı hakkında da yapıldı.
Aşı sırasında hekimlere öncelik sağlanırken veteriner hekimler sağlık çalışanı sayılmadılar ve yaş sıralarını beklemek zorunda kaldılar.
Veteriner hekimlere aşı önceliği verilmezken Türk aşısını bulan kişinin bir veteriner hekim olması ne kadar ironik öyle değil mi?
Ailemde veteriner hekim yok ama 10 yıldır yürüttüğüm HAÇİKO (Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği) başkanlığı ve hayatımı paylaştığım kedilerim, köpeklerim nedeniyle bütün veteriner hekimleri ailem gibi görüyor ve hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.
Sağlık Bakanımız Sayın Fahrettin Koca’dan ricam, veteriner hekimlere haklarının teslim edilmesini sağlaması.
Veteriner hekimler de birer sağlık çalışanı ve artık bunun kabul görmesi gerekiyor.
Sen çikolata mısın?
Japonya’ya anaokulu öğretmeni olarak çalışmaya giden siyahi Amerikalının videosunu hayretler içinde izledim.
Öğrencilerle ilk karşılaşmasını anlatıyor.
“Çocukların daha önce bir siyahi ile yüz yüze gelmediklerini aklınızda bulundurun” diye başlıyor söze.
Ve şöyle devam ediyor:
“Çocuklardan biri elimi tuttu, kokladı ve ‘Çikolata mısın?’ diye sordu. ‘Hayır, değilim’ deyince, diğer çocuk ‘Peki nesin o zaman?’ dedi. ‘İnsanım’ dedim; ‘Sen bir insansın, ben de insanım.’ Kulaklarıma, saçlarıma, ellerime dokundular. Çikolata kaplı olmadığımı ve onlar gibi olduğumu anladıktan sonra güldük, derslere başladık ve hepsiyle çok iyi arkadaş olduk.”
Bayıldım bu hikayeye.
Çocuklar ırkçılık bilmez, yapmaz.
Sanırım insanlar büyüyünce kirleniyor.
Mahalle baskısına rağmen
Ahmet Hakan mahalle baskısından bahsedip, “Bunları söyleyemiyorsun bile” dedi geçen günkü yazısında.
Ben söylüyorum o zaman.
Deniz, güneş, kum tatili sevmiyorum.
Kedilerimi, köpeğimi bırakıp tatile çıkmak istemiyorum.
İş için gitsem bile hemen İstanbul’a dönüyorum.
Ev düzenime bayılıyorum ve hiç ayrılmak istemiyorum.
Yaz sıcağında klimalı ortamda huzur buluyorum.
Şimdiden yağmuru, biraz soğuğu (kar kış değil ama), sonbaharı özledim.
Söyledim işte.
Paylaş