Paylaş
Filmi Antalya Altın Portakal’daki gösteriminde izleyen Salih Güney’in “Köpeklerin birbirini parçaladığı sahneleri görünce salonu ellerim titreyerek terk ettim” sözleri bir yanda...
Yönetmen Kaan Müjdeci’nin “Bu filmde hiçbir hayvana zarar vermedik” açıklaması diğer yanda...
Kaan Müjdeci filmin çekimini yapmadan önce köpek dövüşlerini, köpek sahiplerini incelediğini açıkladı.
Köpek dövüşü suç.
Bunu şikayet ve müdahale etmeden izlemek de bence suça iştirak olmak anlamına geliyor.
Dahası da var.
Yapımcılar tarafından basına geçilen “Sivas filminde yer alan Çakır, bir dövüş köpeğidir ve sahibi Erkan Çobanoğlu tarafından dövüş köpeği olarak yetiştirildiği gibi, gerek filmin öncesinde, gerek sonrasında köpek dövüşlerine çıkarılmaktadır. Erkan Çobanoğlu dövüş köpekleri yetiştirmesi ile tanınan bir şahıstır” açıklaması da bir ihbar niteliğinde ele alınmalı.
Ayrıca şunu da söylemeden geçemeyeceğim; filmin yönetmen ve yapımcılarının ve hatta onların parasıyla orada bulunan veterinerlerin “hiçbir hayvana zarar vermedik” açıklamalarına biz neden inanalım?
Kendi çıkarları için bizi kandırmadıklarını, gerçekleri saklamadıklarını nereden bilelim?
HAÇİKO (Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği) Başkanı olarak bir süredir film yapımcılarıyla hayvanların kullanıldığı filmlerle ilgili olarak görüşüyorum.
Filmleri aynı Amerika’da olduğu gibi bağımsız bir derneğin denetlemesi gerekiyor.
Geçen hafta sonu Antalya Altın Portakal Film Festivali kapanış gecesinde SEYAP (Sinema Eseri Yapımcıları) başkanı Zeynep Özbatur ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman Çelik’ten HAÇİKO adına önsözü aldım.
Hayvana zarar verildi, verilmedi tartışmalarının çözümü bağımsız bir hayvan hakları kuruluşu olan HAÇİKO’nun gönüllülerinin ve veterinerlerinin, hayvanların olduğu çekim günlerinde sette olmasından, çekimleri denetlemesinden geçiyor.
Kısa süre sonra bir basın açıklaması ile Kültür Bakanlığı, yapımcılar ve HAÇİKO arasındaki bu işbirliğini duyuruyor olacağız.
Tavandaki duvar kağıtları
Tavana duvar kağıdı eski bir İngiliz saray geleneğiymiş.
Yataklar sağlıklı bir uyku için yerden yüksek olmalıymış.
Bunları Serkan Altunorak’ın annesi Figen Hanım’ın Nişantaşı’ndaki mobilya ve dekorasyon mağazası Glam’in birinci yıl kutlama partisinde öğrendim.
Yatak yüksekliği detayı moda tasarımcısı Ezra Çetin’den geldi.
Tokyo’da kaldığı otelde yatağın yüksekliğinden şikayet etmek için resepsiyona inen Ezra “Yerden yüksek yatak insanların daha tahat oksijen alıp vermesini ve huzurlu uyumasını sağlar” cevabını almış.
Figen Hanım’ın mağazasındaki yerden hayli yüksek yataklar da bunu doğrular cinsten.
Glam insanın kendini kaybettiği bir mağaza. Figen Hanım detayların öne çıktığı tüm tasarımları kendisi yapıyor.
İşini ne kadar sevdiğini Serkan’ın “annemi bazen kumaşları severken yakalıyorum” cümlesinden anlayabilirsiniz.
Tavanlarda duvar kağıdına gelince.
Glam’in bir odasında tavan müthiş desenleri olan duvar kağıdı ile kaplı.
Öyle ki yukarı bakmaktan boynunuz tutulabilir.
Bu arada yukarı bakmak demişken.
Kedi ve köpeklerde boyun fıtığı olmazmış.
Bunun nedeni ise hep yukarı bakmaları.
Ben bu yazıyı yazarken de olduğu gibi sürekli bilgisayar başında aşağıya bakıyorum ve boyun fıtığı oldum.
Boyun fıtığına boşuna ofis ve bilgisayar başı çalışanı hastalığı demiyorlar.
Bilinç akışı işte böyle bir şey.
İnsanın düşünceleri oradan oraya bağlanıyor.
Yüksek yatakla başladığımız yazı burada olduğu gibi boyun fıtığıyla bitebiliyor.
Kader güzel kader
Kader diye bir şey var gerçekten de.
Bizim Başak (Sayan) yaz ortasında Bodrum Havaalanı’nda tanıştığı dünya bankasında çalışan ekonomist Murat Vardal’la evlenmişti.
Murat uçağı kaçırınca, çekimi iptal olduğu için İstanbul’a dönmekte olan Başak’ın uçağına denk gelmiş.
İki ay içinde yıldırım nikahla evlendiler ve Amerika’ya gittiler.
Başak şu anda yakışıklı kocasıyla Haiti’de tatilde.
Bundan bir yıl kadar önce oturup “Kader karşıma neden sevip, sevileceğim, birlikte doyasıya hayatı paylaşacağım birilerini çıkarmıyor” diye söyleniyordu.
Bakın şimdi hiç beklenmedik bir anda mutluluğu yakaladı.
Demek ki neymiş, umudu asla kaybetmemek lazımmış.
Belki bir uçak yolculuğunda, belki bir iş yemeğinde, belki bir arkadaş toplantısında...
Belli mi olur!
Paylaş