Paylaş
Geçen gece öyle bir darbe yedim ki, kendimi çözüm arar ve bulurken buldum.
Pazar gecesi çocukları da alıp “Harry Potter ve Ölüm Yadigarları”nı izlemeye gitmiştik.
21.00 seansında başlayacak film öncesinde reklamlar başladı ve bitemedi bir türlü.
Harry Potter’a kavuşmamız 21.30’u bulmuştu.
3 tane daha böyle reklam kuşağı izlesek bir film edecek!
“Aaaa”, dedim, “Zorla güzellik olmaz, buna bir çözüm bulmak lazım.”
Madem yer numaralarımız elimizde (Amerika’da sinema biletlerinde yer numarası olmaz, kötü yere kalmamak için vaktinde gitmek önemlidir, bizde buna da gerek yok), gişede reklamların kaç dakika tutacağının bilgisini alıp, film başlayınca girmeli salona. İsteyen izler reklamı, istemeyen aynı televizyonda yaptığı gibi zaplar kendini.
Bu durumda sinema salonlarına bir görev düşüyor; bilet alanlara reklamların kaç dakika süreceğini ve filmin tam olarak kaçta başlayacağını bildirmek.
Hatta bilet satışın arkasındaki ışıklı panolara bile yazılabilir bu bilgiler.
Twitter’da Nilüfer Akyol’dan aldığım bilgiye göre Caddebostan Kültür Merkezi sinemalarında reklamın bittiği saat ayrıca yazıyormuş.
CKM’yi tebrik edip, aynı saygıyı diğer sinema salonlarından da bekliyorum.
Siz de sinemaya gidince reklam bitiş saatini mutlaka sorun, bilgi vermeyen salonları şikayet edin, hakkımızı hep birlikte arayalım.
Anlayamıyorum...
? “Prensesin Uykusu” vizyona girmek için adaplı ve usturuplu bir şekilde cuma gününü beklerken, uzak diyarlardan gelen “Harry Potter” kardeşimizin bayramın ikinci gününe denk gelen çarşamba gününden salonları kapatmayı nasıl başardığını...
? Kızının görüntülenmesini istemediğini her şekilde dile getiren Okan Bayülgen’in çocuğunun fotoğrafını çekmekte ısrar eden muhabirleri ve çekilen fotoğrafları “Bayülgen gazetecilerin fotoğraf almasını istemedi” notunu da düşerek yayınlayan editörleri...
? Disney filmi temalı Prens William-Kate Middleton ilişkisinin, nişan yüzüğünden gelinliğe kadar uzanan yolda Türk halkının ve basınının neden bu kadar çok ilgisini çektiğini...
? Beşiktaş’ın lige bu kadar iyi başlayıp, şu anda taraftara saç baş yolduracak hale nasıl geldiğini...
? İbrahim Tatlıses’in sahnesine çıkan 12 yaşındaki kızın arkasından yaptığı “Vay o...” gafının neden her gazetede farklı muamele gördüğünü... (Kimileri tamamen es geçerken, kimileri manşetten verdi.)
? Bütün cep telefonlarında kullanılacak olan tek bir şarj aletini kullanıma sokmanın (son duyumlara göre beklenen ortak şarj gelecek yıl piyasada olacak) niye bu kadar uzun sürdüğünü...
Anlayamıyorum, anlayan varsa beri gelsin...
Oyuncu Musti’yi tek geçerim
Emina-Mustafa Sandal çiftinin şarkıcılıkları kadar oyunculukları da konuşuluyor. Hatta bu aralar daha çok oyunculukları konuşuluyor desem daha doğru.
Eleştirenler var, beğenenler var, konumuz o değil.
Geçen gün sordular;
“Şarkıcı Mustafa Sandal’-la mı, oyuncu Mustafa Sandal’la mı arkadaş olmak istersin?” diye.
Cevabım bir Musti şarkısı gibi; oyuncu Mustafa Sandal’ı tek geçerim.
Eski arkadaşım olan Musti’nin kişisel gelişiminde evlenmenin ve baba olmanın da etkisi çok tabii ama oyunculuğunki tartışılmaz.
Mustafa Sandal, “New York’ta Beş Minare” üzerine yaptığımız röportajda “İnsanı çok güzel yontan, egoları da yok eden bir şey sinema. Sahnede şarkımızı söylüyoruz, hemen alkış alıyoruz, sinemada ise yeri geliyor 6 saat bir koltukta bekliyoruz. Ben sabah 6’da sete gidip, akşam 5’e kadar beklediğimi, buna rağmen ‘Usta kusura bakma sahneni çekemeyeceğiz’ deyip çekip gittiklerini biliyorum” demişti.
Sözüm meclisten dışarı tabii ama oyunculuğun (ya da şarkıcılık dışında herhangi başka bir uğraşın) bir şarkıcıyı büyütme konusunda çok etkili olduğunu düşünüyorum.
Mustafa Sandal’ın olgunluk dönemi albümleri bu filmden sonra gelecektir.
Bekleyin, görün derim.
Hayvan hapishaneleri
Tuna Kiremitçi, “İstanbul’da şehrin merkezinde hayvanat bahçesi istiyorum” diye yazdı.
Sağ olsun, yazısına “Şimdi Ömür Gedik çıkıp hayvanların doğal ortamlarından kopartılıp kafese kapatılması hoş bir şey mi diye sorsa haklı tabii” cümlesini de düşerek.
Haklıyım Tuna, hayvanat bahçesi fikrine karşı olmakta gerçekten de haklıyım.
Daha küçücükken babamın elinden tutarak gezdiğim Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesinde kafeslerin arkasında, daracık alanda volta atarak ölümü bekleyen o mutsuz hayvanlara ne kadar da üzülerek baktığımı çok iyi hatırlıyorum çünkü.
Gülhane’deki koşullar çok kötüydü, iyi ki kapandı ve lütfen yenisi açılmasın.
Çocuklarına hayvanları tanıtmak isteyenler onlarla ilgili belgeseller izletsinler.
Bakın artık 3 boyutlu televizyon ve sinema seçenekleri de var, hayvanları hem de en güzel çekimlerle tanıtın çocuklarınıza.
Eğlence diyorsanız da başka seçeneklere yönelin.
Avrupa’daki hayvanat bahçelerine özenmeyi geçtim, ben İstanbul merkezde bir hayvanat bahçesi olmadığı için o kadar mutluyum ki...
Paylaş