Yargıtay ve laiklik

ÜZERİNDEN eni konu bir hafta geçti ama, Yargıtay Birinci Başkanı Osman Arslan’ın yeni Adli Yıl töreninde durup dururken "Laikliğin açık tanımı yapılmamıştır" diyerek açtığı kılıç yarası hálá orada duruyor.

Orada Başkan tarafından bir "yara" açıldığını söylüyoruz, çünkü hemen ertesi günden itibaren bu sözler üzerine yapılan yayınlar ve spekülasyonlar, tartışmanın süreceğini gösteriyor.

Haberin Devamı

Tartışmanın zararı yok. Lakin "Laikliğin tanımı yapılmamıştır" gibi bir sözü söyleyen kişi Yargıtay’ın Birinci Başkanı sıfatını taşıyorsa ve konuşmasının başında ilgili yasa hükmü gereğince görüşlerinin "Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun düşüncelerini de yansıttığını" vurguluyorsa, oradan tüm yargı sistemine -savcılara, yargıçlara- bir mesaj gidiyor demektir. O da, "Laikliği bildiğiniz gibi anlayabilirsiniz" anlamı taşır.

Anayasamızda ve öteki yasalarımızda, "Laikliğin Tanımı:" diye yazılmış ne bir başlık ne de onu izleyen, "Laiklik şu şu demektir" türünden bir sözcük vardır. Laikliğin tanımını bu şekilde ararsanız, gerçekten "Laikliğin tanımı burada yok" diyebilirsiniz.

Ama Başkan Arslan’ın da ifade ettiği gibi Anayasa’nın "Başlangıç" bölümü ile birçok maddelerinde "laiklik"le ilgili hükümler vardır.

Kaldı ki, onlara da gerek olmadan "laikliğin" ne anlama geldiğini hem geçmişe bakarak hem de 1982 Anayasası’nın 24’üncü maddesini okuyarak anlamak mümkündür.

Geçmişin "Milad"ı 3 Mart 1924 tarihinde Hilafetin lağvedilmesi, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması, Öğretim Birliği yasasının kabul edilmesidir. O tarihten beri bu devletin her tuğlasında "laikliğin" ne anlama geldiğini gösteren binlerce, on binlerce tanım vardır.

Tabii o tanımları okumaya niyetiniz varsa...

Başkan Osman Arslan konuşmasında sadece "laikliğin" değil "din ve vicdan özgürlüğünün" de irdelenmesi gereğinden söz ettikten sonra "din ve vicdan özgürlüğü" açısından bir sorun olmadığı noktasına varıyor, sıra laikliğe gelince, -Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun ortak görüşü diye nitelendirdiği- birtakım değerlendirmeler yapıyor. Örneğin "Anayasa’nın Başlangıç bölümünde "laiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı" söylendiğine göre "Bunun karşıt kavramı olarak da, devlet dine müdahale edemez ve din kurallarını belirleyemez" diyor.

Doğrudur, "devlet din kurallarını belirleyemez" ve o anlamda "dine müdahale" edemez. Ama devlet, "dine müdahale etmeme"yi, "orada ne oluyorsa olsun, beni ilgilendirmez" şeklinde anlayamaz. Anlarsa laik sistemin çatısı bir gün devlet dahil herkesin başına geçer.

Nitekim Sayın Arslan’ın bu bakış açısı onu "Laik devlet bütün dinlere ve mezheplere aynı uzaklıktadır" noktasına götürmektedir.

Bu anlayış "Diyanet İşleri Başkanlığı devlet bünyesinden çıkarılsın, insanlar kendi dini kurumlarını kendileri kursun, kendileri yaşatsın" diyenlerin tezinin de temelidir. Onun da sonucu, -özellikle bugünün İslami cereyanlarına göre- kısa bir süre sonra toplumu tarikatların, şeyhlerin eline teslim etmektir.

Bizim Yargıtayımız böyle bir

Türkiye mi istiyor?

Yazarın Tüm Yazıları