DOĞRU olanı en doğru şekilde CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Necla Arat söyledi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın "kara çarşaf açılımı" ile kalmayıp "Tek parti döneminde üstü başı hırpani olanların caddelerden geçmesine izin verilmezdi" iddiasıyla süren sözlerinin "reddi miras" amaçlı olup olmadığını sorguladı.
Arat ayrıca "çarşaflı üyelere alışılacağını" söyleyen Baykal’a karşı onurlu bir duruş da sergiledi, "Alışmayacağız" dedi.
Bu konuya devam etmeden Arat’ın hiçbir milletvekilinin dile getiremediği ikinci önemli gerçeği de anımsatalım:
Arat bu vesileyle "çarşaf" konusundan daha da önemli olan "parti içi demokrasi"ye değindi. "Tek parti dönemini antidemokratik olmakla suçluyorsak, bugün sosyal demokrat bir partide (CHP’de O.E.) yeterince demokrasi var mı bunu sorgulamamız lazım" dedi.
Bu sütunda bilmiyoruz kaç kere yazdık. Hem CHP’de, hem AKP’de, hem de MHP’de parti içi demokrasinin "d" harfi dahi yoktur. Nitekim koskoca CHP’de bu "çarşaf" açılımına milletvekillerinden sadece Prof. Dr. Haluk Koç, Prof. Dr. Necla Arat ve Fatih Altay açıkça karşı çıktı. Bir de eski CHP Meclisi üyesi Doç. Dr. Örsan K.Öymen itirazlarını dile getirdi.
Partinin hiçbir yetkili organında konuşulmadan, tartışılmadan, sadece Genel Başkan’ın kararıyla ortaya atılan bu yeni açılıma kimsenin ses çıkartamaması da, CHP’de parti içi demokrasinin bulunmadığının açık bir kanıtı oldu.
Bizim "demokrasiye áşık" liderlerimizin hiçbiri bunu düzeltemye kalmaz. O nedenle Anayasa’nın ve Siyasi Partiler Yasası’nın "partilerin işleyişlerinin demokratik esaslara aykırı olamayacağına" ilişkin hükümleri göstermeliktir. Sonuçta Meclis, "milletin" değil "liderin" seçtiklerinden oluşur. İşin tuhafı her şeye burnunu sokan Avrupa Birliği nedense bu demokrasi ayıbını görmezden gelir.
Çarşaf hikáyesine gelince:
Deniz Baykal konuştukça anlıyoruz ki, tam bir popülist anlayışla üzerine atladığı "çarşaflı, türbanlı üyeler" kampanyasının gerisinde Baykal’ın, "CHP 29 Mart seçiminden de yenik çıkarsa siyasi hayatının biteceği" korkusu yatmaktadır. Mahmutpaşa işportacıları kafasıyla siyaset yapanların kendisine sunduğu "çabuk ve kolay kazanç" formülünü bu kadar çabuk ve bu kadar heyecanla benimsemesinin sebebi budur.
Daha önce sayısız vesileyle "CHP’nin şanlı geçmişinden" söz eden Deniz Baykal’ın şimdi, "27 senelik tek parti dönemini" (1923-1950 arasını) Adnan Menderes’in diliyle eleştirmesi tek kelimeyle "vahim"dir.
Aslında Deniz Baykal’ın bu söyleminin bir "ilk" olduğunu sananlar varsa anlatalım:
CHP’de parti içi iktidarı ele geçirenler, "Ben meğer neymişim?" sendromuna yakayı kaptırdıkları zaman Atatürk ve İnönü dönemlerine laf etmeyi severler. Hatta 1973-74’te, Atatürk devrimlerini "gardırop devrimi" sayanlarla, çağdaşlaşmamızı "öğretmen ve eğitim" temeline oturtma politikamızı, "imamların köydeki rolü ihmal edildi" gerekçesiyle "tarihi yanılgı" olarak niteleyenler oldu. Ama bunların hepsi, asıl kendilerinin yanıldığını sonra öğrendiler.
Bugün de Deniz Baykal’ın ciddi bir "tarihi yanılgı" içinde olduğunu yaşayanlar görür. Görür de o zamana kadar CHP’den geriye ne kalmış olur, işte o asıl mesele odur.