ŞERİF Mardin Hoca’nın Ayşe Arman’a söylediklerini Hürriyet’in bugünkü Pazar ilavesinde okursanız, önümüzde hem risklerle dolu hem de bu riskleri hukuka uygun tedbirlerle, medeni tepkilerle ve sabırla göğüslememiz gereken bir dönem olduğunu göreceksiniz.
Çünkü Türkiye ilk defa çok ciddi bir değişim sürecinin başında bulunuyor...
Şerif Mardin bu değişimin kadınlarımız bağlamında getirmesi söz konusu problemlerin "çok ciddi olduğuna inandığını" söylüyor. Örneğin Ayşe Arman’ın;
"Biz farkında bile olmadan gittikçe etek boyları uzarsa?" şeklindeki sorusuna (Ayşe Arman dünkü Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanan bir bilgisayar reklamında görünen genç kadının eteğini gazete mensuplarının uzattığını bilmeden bu soruyu yöneltiyor) Mardin’in verdiği yanıt şu:
"Sizi rahatsız eden bir şeyi zamanı gelince söyleyeceksiniz. ’Bu beni rahatsız ediyor’ diyeceksiniz. Ama öbür taraf da söyleyecek. Tüm bunlar demokratik bir çabanın, bir mücadelenin parçası olacak..."
Tamam... Demokrasi yoluna bizden 300 sene önce çıkmış, kilise ile devlet arasındaki iktidar kavgasını 250 sene önce devlet lehine sonuçlandırmış bir ülkenin işleyen demokrasisi içinde bu aynen böyle olur.
Lakin Türkiye’nin demokrasi konusundaki deneyiminin geçmişi 70 seneyi bile bulmuyor.
Ve cami hálá "insanlar -ve ülke- benim kurallarımla yönetilecek" diyorsa acaba Şerif Mardin Hoca’nın iyimserliğiyle bu sorun çözülebilir mi?
Mardin o konuda vaatkár hiçbir şey söylemiyor. Daha doğrusu söyleyemeyeceğini söylüyor. Çünkü bizzat kendisinin Malezya’dan söz ederken belirttiği gibi, "Öyle dinamikler var ki dünyada, öyle tuhaf iç yapılanmalar, her şey olabilir".
Peki "olmaması" yani bugün demokrasi áşığı gibi görünen özellikle dinci kesimin, Ayşe Arman’ın dile getirdiği korkuyu yarın haklı çıkaracak şeyler yapmayacağından emin olması için ne gerekli?
Bunun yanıtı belli:
Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında somutlaşan çoğunluğun "Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi" ile kavgası olmadığını ispatlaması lazım. Bir başka deyişle, laik rejimi zaafa uğratan -yahut yıkmayı amaçlayan- politikalara, eylemlere karşı durması lazım.
Oysa tablo öyle değil...
Adalet ve Kalkınma Partisi olabildiğince sessiz ve gerilimsiz bir taktik uygulayarak ülkeyi tamamen "dinci" anlayışın baskısı altına sokan politikalar izliyor.
Moda olmuş... Çoğumuz Türkiye’nin ihtiyacından çok İmam Hatip Lisesi var diye eleştiriyoruz.
Oysa sistemin altı, gündüz laik eğitim alan çocukları akşam tarikat eğitiminden geçiren "cemaatyurtları" ile üniversite gençlerini kendilerine benzeten "abi"ler (ağabeyler) ve "abla"lar örgütü tarafından oyuluyor. Laik kesimin gözleri önünde "molla"laştırılan çocuklar yarın ülkeyi yönetmek üzere yetiştiriliyorlar.
Sonra da bizler oturup, "Bu da nereden çıktı?" diye birbirimize soruyor, acaba bir gün Malezya olur muyuz diye tartışıyoruz.