Kime kulak verelim?

GÜNGÖR Uras ile Ege Cansen dostlarımız da uyarmasa -bizim gibi- ekonomiden anlamak iddiasında olmayan insanlar bugünküne göre çok daha çabuk aldatılır, "mucize" diye yutturulanların "sanal" olduğu anlaşılıncaya kadar iş işten geçerdi.

Hoş şimdi de çoğu kez öyle oluyor ya...

Güngör Uras dünkü Milliyet’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 27 Eylül günü İstanbul’daki konuşmasında, "Söylemekten çekinmeyeceğimiz tek engel cari açık" şeklindeki sözlerini değerlendirdi.

Biliyorsunuz "cari açığın" yani "ithalat ile ihracat arasındaki dış ticaret açığının" büyüklüğü bir kısım ekonomistleri uzunca süredir korkutuyordu. Buna karşılık Başbakan Tayyip Erdoğan, "Tutturmuşlar cari açık, cari açık diye gidiyorlar. Cari açık güçlü bir Türkiye için hiçbir zaman tehlike arzetmiyor. Biz bunu kortrolümüz altında götürüyoruz, götüreceğiz" (15 Mart 2006 Zaman) diyor, "Bu konuda hiçbir endişelerinin olmadığını" ekliyordu.

Aynı yöndeki öteki sözlerini aktarmaya gerek yok. Oysa yukarıda görüldüğü gibi Başbakan, artık cari açıktan söz ederken ekonominin önündeki tek engelin "cari açık" olduğunu itirafa mecbur kaldı.

Güngör Uras dün diyordu ki: "Sorunu küçükken çözmek kolaydır. Cari açık 2002 yılında 1.5 milyar dolar iken, 2003 yılında 8 milyar dolara yükselince ’uyarı yapıldı’. Sorunu bir an önce çözelim. Yoksa açık büyüyecek. Başımıza iş çıkacak denilerek yazıldı.

IMF büyükleri ile Türk büyükleri, (...) uyarı yapanları azarladı."

Uras, "Cari açık neden tehlikelidir?" sorusuna da şu yanıtı veriyor:

"Cari işlemler açığının büyümesi, el kesesinden hovardalık yapmakta ölçüyü kaçırdığımızın göstergesidir."

Demek ki ülke olarak halimiz, "kredi kartıyla, ödeyebileceğinden çok harcama yapan, sonra borcunu kapatabilmek için elinde avcunda ne varsa satmaya mecbur kalan" insanlarımızınkine benziyor.

Gerçi cari açığın nasıl oluştuğunu biliyoruz ama konuya özel ilgi duyanlar hariç, bunun gerçek nedeni nedir, pek üstünde durmuyoruz.

Odalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu konunun çok önemli olduğunu söylüyor. Bize gönderdiği 11 Eylül 2006 tarihli mektupta şöyle diyor:

"(...) İhracat yaparken kullandığımız üretim içindeki ithalat payı artmaktadır. (...) İçeride üretmek yerine artık dışarıdan daha fazla alıp yeniden dışarıya satıyoruz. (Nitekim) 1997-2005 döneminde, ithalatın üretime oranı da neredeyse 2 katına çıkmıştır. Yani daha fazla üretmek yerine daha fazla dışarıya bağımlı hale geliyoruz.

(...) Büyüyen dış açık finanse edilse, finansman kalitesi iyileşse
(daha kolay ve daha ucuz borç bulsanız) bile ciddi bir risktir. Açık büyüdükçe dışarıya daha fazla bağımlı hale geliyoruz. (...) Mesela Avrupa’daki televizyon pazarının yarısını Türkiye’de üretilen televizyonlar oluştursa da, yan sanayiini kuramadığımızdan yüzde 90 ithal girdiye bağımlıyız."

Ekonominin
patronu Ali Babacan ise geçenlerde "Artık Türkiye ekonomisi için korkacak bir şey yok" (15 Eylül 2006 Hürriyet) diyordu.

Ona mı inanalım, "tehlike var" diyenlere mi? Hangisi doğru konuşuyor diye tartışırken post elden gitmesin de...
Yazarın Tüm Yazıları