DOĞRU tek olsa mesele kalmaz. Onun izinden gider sonuca ulaşırsınız.
Lakin Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye Temsilcisi Hans-jörg Kretschmer’in önceki gün Ankara’da yaptığı konuşmada değindiği doğrular, öteki doğrularla çatışınca işler karışıyor.
Türkiye’den ayrılmak üzere olan Kretschmer, "Silahlı Kuvvetlerimizin sivil denetim altında olmadığını" belirttikten sonra, "Türkiye’nin (bu açıdan) henüz tam demokratikleşmemiş bir ülke olduğunu ve hesap sorulabilirlik (accountability) konusunda eksiklerin bulunduğunu" söylemiş.
Başka dedikleri de var. Ama bazı gazetelerimiz tarafından "küstahça" bulunan bu sözler üzerinde durmak gereğini duyduk.
Önce konunun özüne bakalım:
Bu sözleri kimin söylediğine mi bakacağız, doğru olup olmadığına mı?
Biz "kim söylerse söylesin, doğru mu değil mi ona bakmalıyız" diye düşünüyoruz.
O sözlerin "doğruyu" yani "gerçeği" ifade ettiğini kabul ediyorsak, -ki bizce doğrudur- o zaman Kretschmer’e saldırmanın ne anlamı var?
İşte biz de tekrarlıyoruz:
"Türkiye’de Silahlı Kuvvetler gerçekten sivil otoritenin denetimi altında değildir. Demokrasinin temel kurallarından biri olan hesap sorulabilirlik kavramı, bu konuda öteki kurumlara göre daha az -veya hiç düzeyinde- işlemektedir."
Bunun "demokrasi" ile bağdaşması mümkün mü? Adam onu söylüyor.
Lakin mesele ondan ibaret değil.
Daha doğrusu sadece "doğruyu söylemek" yetmiyor. "Doğruyu, doğru zamanda ve doğru yerde söylemek" de gerekli.
O açıdan bakınca Kretschmer’in yaptığı -veya söylediği- "Bekára karı boşamak kolaydır" sözünü anımsatıyor.
"Hesap sorulabilirlik" konusunu hariç tutarak konuşalım. Çünkü kamunun bir kuruşunu harcayan kim olursa olsun, yetkili kurumlara ve kişilere onun hesabını vermelidir.
Ama Türkiye’nin bugünkü koşulları değişmedikçe, örneğin laik rejimi savunma göreviniCHP üstlenmedikçe,irticaya karşı mücadele bir devlet politikası olmadıkça, irticai cereyanların orduya nüfuz etme çabası önlenmedikçe, Silahlı Kuvvetler’in sivil otoritenin denetimi altında olmasının bu ülkeye yarardan çok zarar getireceği de öteki doğrudur.
Gerçi sivilleşme yönünde -bizce de doğru- adımlar atılmıştır. Örneğin Milli Güvenlik Kurulu’nun görevleri "demokratik hukuk devleti" kurallarına göre değiştirilmiş, sivil yargıda ve YÖK’te asker bırakılmamıştır.
Ama öteki gerçeği de görmek zorundayız:
Türk Silahlı Kuvvetleri eğer Bay Kretschmer’in istediği sivil otoritenin -yani siyasi iktidarın- denetiminde olsaydı, bugün ortada Bay Kretschmer’in "Avrupa Birliği’ne üye olmasını beklediği Türkiye" yerine -geçen gün Osmanlı hanedanı üyelerinden birinin dediği gibi- "Ya Suudi Arabistan’a yahut da Mısır’a benzeyen bir Türkiye" olurdu.
Bay Kretschmer ayrılmadan yanıt verse iyi olur, hangi Türkiye’yi ister?