Paylaş
Uğur Mumcu'yu kaybettiğimiz 24 Ocak 1993'ten bu yana 7 yıl geçti. Hálá olayın esrarını çözecek tek adım atılabilmiş değil.
Mumcu çok aziz dostu Muammer Aksoy'dan üç yıl sonra öldürüldü. O üç yıl içinde Aksoy cinayetini çözecek bilgiler bulmak için çok uğraştı.
Ama o da bir sonuca ulaşamadı.
Bahriye Üçok'la Ahmet Taner Kışlalı olayları da hálá çözülemedi.
Çetin Emeç ile Turan Dursun olaylarının tetikçileri yakalandı ama asıl azmettiriciler yani İran'ın o tarihte İstanbul'da görev yapan diplomat sıfatlı teröristleri ellerini kollarını sallayarak gittiler.
İran sadece Türk aydınlarını değil, Humeyni rejiminin muhaliflerinden 16 kişiyi de önceden planlanmış suikastlar yoluyla İstanbul'da öldürdü. Hatta bunlardan Zahra Rajabi ile Abdul-Ali Muradi, 20 Şubat 1996 günü, bizzat İstanbul'daki İran Başkonsolosluğu'nda görev yapan Mohsen Karger Azad tarafından öldürüldüler. Diplomat statülü katil de serbestçe ülkesine döndü.
Bunlara değiniyoruz... Çünkü bu örnekler ülkemizin bir kan gölü haline dönmesine resmi makamların tepkisiz kaldıklarını ortaya koyuyor.
Nitekim İnsan Hakları Derneği, son 10 yılda Türkiye'de işlenen ve faili meçhul kalan cinayetlerin sayısının 1964 olduğunu bildiriyor. Bunlara 1980'li yıllarda işlenenleri yani henüz zamanaşımına uğramamış olanları da eklerseniz rakam kimbilir neyi bulur.
Böyle bir ülkede huzur içinde yaşadığımızı iddia ediyorsak, bizde bir yanlışlık olması lazım. Çünkü rakamlar her an herhangi bir yerde herhangi birimizin kolayca bir cinayete kurban gidebileceğimizi ve hayatımıza kasteden kişinin yakalanmadan ömrünü geçirebileceğini söylüyor.
Hoş yakalansa ne lazım gelir ki?
Çok aptal biri değilse cezaevinden nasıl olsa kaçar. Çünkü Türkiye, cezaevleri devlet tarafından değil, içerideki tutuklu ve mahkûmlar tarafından yönetilen bir ülkedir. O yüzden cezaevindekiler cep telefonlarıyla dışarıya talimat verirler. Hatta öteki cezaevlerindeki adamlarını azmettirip cinayet işletebilirler. O yüzden cezaevinden dışarıya rahatça tüneller kazılır. Cezaevi anahtarları mahkûmların elinde dolaşır. Böyle bir ortamda da cezaevinde sadece ahmaklar kalır.
Kaldı ki cezaevinden kaçmasa da sonuç değişmez. Çünkü aldığı cezanın beşte ikisini yatınca (yani on yıl yerine 4 yılda) zaten serbest bırakılır.
Demek istediğimiz gayet açık:
Türkiye'deki hukuk sistemi ve Türkiye Devleti'nin işleyiş şekli artık masum insanları cezalandırmakta, buna karşılık suçluları ve suç şebekelerini korumakta ve suç işlemeye teşvik etmektedir.
Böyle bir ortamda binlerce faili meçhul cinayet işlenmesi değil, işlenmemesi hayret konusu olmak gerekir.
O nedenle, Hizbullah'a tuttuğumuz projektörü bir de kendimize çevirelim.
Paylaş