SİYASİ iktidarın 12 temsilcisi, yeni Anayasa taslağının sahibi bilim kurulu ile dün buluştu. Böylece taslağın "öneri" haline dönüşmesiyle ilgili ikinci aşama başlamış oldu.
Bundan sonraki aşamaları da birlikte izleyeceğiz.
Sözün burasında "Keşke oluşturulacak metin anamuhalefet partisi başta olmak üzere toplumun çok büyük bir kesiminin desteğini kazansa" demek geçiyor insanın içinden...
Ama Türkiye gibi "uzlaşı kültürü" zayıf bir ülkede bunu beklemek ne kadar gerçekçi, ne kadar hayalcidir, hepimiz biliriz. O nedenle sözü "dilekler, temenniler" kategorisi içinde tutmak yeter.
Aşama aşama oluşacak metin ortaya çıkıncaya kadar elbet bekleyecek değiliz. Nitekim Bilim Kurulu’nunhazırladığı taslak üzerindeki düşüncelerimizi bugün de söyleyeceğiz.
Mevcut metnin "laikliği güçlendirici" mi yoksa "zayıflatıcı" mı olduğu sorusuna "biz bu metnin zayıflatıcı olduğuna inanıyoruz" diye net bir yanıt vermiş olsak da aynı noktaya tekrar dönmek gereğini duyuyoruz. Çünkü konuyu bilip bilmeden yazanlar var.
Laik rejimin temelleri belli. Yürürlükteki 1982 Anayasası’ndada, Bilim Kurulu taslağında bunlardan birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini sayarken onun "laik" olduğunu söyleyen 2’nci maddedir. Diğerini de laikliğin koruma altına aldığı alanları belirleyen yani "şunları şunları yapmaya kalkmak laikliğe aykırıdır" diyen 24’üncü madde oluşturur.
Örneğin yürürlükteki 24’üncü maddenin 5’inci fıkrasında;
"Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz" deniyor.
Herkes biliyor ki, sistemin belkemiğini oluşturan bu hüküm çok önemli... Ama taslağı açıp bakınca Bilim Kurulu’nunbu fıkra yerine üç seçenek sunduğunu görüyorsunuz.
Bu üç seçenekten birinde, yukarıdaki fıkra yerine:
"Din ve vicdan hürriyeti, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini din kurallarına dayandırmaya yönelik eylemler biçiminde kullanılamaz" denmiş. Diğerinde aynı amaç;
"Din ve inanç hürriyeti, anayasal düzeni din kurallarına dayandırmaya yönelik eylemler biçiminde kullanılamaz" şeklinde ifade edilmiş.
Buna bakınca insan önce:
"Yürürlükteki hükmün amacını değil ama ifadesini değiştirmişler" demek gereğini duyuyor.
Demek ki yürürlükteki 5’inci fıkranın ya uygulamada sakıncası görüldü veya dili iyi değildi.Oysa taslağın bu öneriyle ilgili gerekçesine baktığınız zaman ne uygulamadan doğan bir şikáyetten söz edildiğine tanık oluyorsunuz ne de diline dönük bir eleştiri var.
Zaten dikkat edince görüyorsunuz ki bir diğer seçenek olarak yürürlükteki "24’üncü maddenin 5’inci fıkrası" aynen önerilmiş.
Yürürlükteki hüküm aynen korunabilecek kadar iyi idiyse -ki öyledir-, diğer iki seçeneği önerip de yeni bir tartışma başlatmaya ne ihtiyaç vardı?