Paylaş
1970’li yıllarda Tahran-Bağdat ilişkileri Şattülarap Nehri sorunu sebebiyle hızlı bir şekilde kötüleşmiştir. Irak 1970’li yılların başında Şattülarap Nehri üzerindeki Irak-İran sınırı konusunu ortaya atmış ve sınırın Nehrin İran tarafındaki kıyıdan geçtiğini savunmaya başlamıştır. İran ise Şattülarap Suyolunda sınırın ortay hattan geçtiğinde ve mevcut durumun devam etmesi gerektiğinde ısrarcı olmuştur. Fırat ve Dicle Nehirlerinin birleşmesinden meydana gelen ve bu iki nehrin sularını Körfeze taşıyan 193 kilometrelik Şattülarap Suyolunun hangi kısmının hangi devlete ait olduğu konusundaki çatışma uzun bir süre sürmüş, Tahran-Bağdat ilişkilerini de ciddi bir şekilde germiştir.
Bu dönemde İran’da hala Şah rejimi bulunmakta, Şah Rıza Pehlevi de ABD tarafından desteklenmektedir. Şah rejimi Şattülarap sorununu ortaya çıkartan Irak’a karşı bu yıllarda Kuzey Irak’taki Kürt sorununu “tahrik” etmeye başlamış, Kuzey Irak’taki Molla Mustafa Barzani yönetimindeki Kürt hareketine destek vermiştir. Kuzey Irak’taki Kürtlere destek operasyonu İran Şahı’nın istihbarat örgütü SAVAK ile CIA tarafından birlikte yürütülmüş ve ABD’nin Irak Kürtleriyle yakın ilişkileri (ve işbirliği) bu dönemde başlamıştır.
Şah yönetimindeki İran, Bağdat’a karşı örgütlemeye çalıştığı Irak Kürtlerine bu dönemde SAVAK-CIA ortak operasyonlarıyla önemli miktarda silah ve askeri malzeme aktarmıştır. Irak Kürtleri bu dönemde Bağdat’a karşı yürüttükleri silahlı mücadelede İran topraklarını da kullanmışlardır. Irak Kürtlerini desteklemek amaçlı bu operasyona İsrail’de “ilgi” duymuş ve İsrail istihbarat örgütü MOSAD da katılmıştır.
Irak ile İran arasındaki Şattülarap sorunu 1975 yılında Cezayir’in arabuluculuğuyla varılan Cezayir Anlaşmasıyla çözümlenmiş, Irak-İran ilişkileri bir süre istikrar kazanmıştır. İlk olarak Irak ve İran Dışişleri Bakanları Cezayir’de bir araya gelmiş, daha sonra Cezayir Devlet Başkanı Hayri Bumedyen’in arabuluculuğuyla İran Şahı Rıza Pehlevi ile Irak lideri Saddam Hüseyin Cezayir’de görüşerek aralarındaki anlaşmazlıkları çözümleme kararı almışlardır. Bu durumda İran, Irak Kürtlerine verdiği açık desteği kesmiş, Irak ülkenin kuzeyinde hakimiyetini tekrar sağlamıştır. Irak Kürtlerine yönelik SAVAK-CIA-MOSAD ortak operasyonu, Cezayir Anlaşması’yla sona ermekle beraber, ABD (ve İsrail’in) Kuzey Irak’a ilgileri ve Irak Kürtleriyle ilişkileri sona ermemiştir.
İran’da Şah rejiminin düşmesi ve Şiilik esasına dayanan bir İslam Cumhuriyeti kurulması Orta Doğu’da, sonuçlarını bugün de yaşadığımız, önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Şah rejiminin düşmesinden hemen sonra Saddam Hüseyin 1975 Cezayir Anlaşması’nı geçersiz ilan etmiş, iki ülke arasında 1980-1988 yılları arasında 8 yıl süren yıkıcı bir savaş yaşanmıştır. Bu dönemde Saddam Hüseyin’in Şattülarap konusu yanında İran’ın Kuzistan bölgesinde yaşayan Arapça konuşan nüfusu da gündeme getirdiği izlenmiştir.
Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı sırasında ABD ve Batı ülkeleri genel planda Bağdat’ı desteklemekle beraber, hem İran hem de Irak’a silah satmışlar ve savaştan büyük ölçüde yararlanmışlardır. İran-Irak savaşının bir sonucu da Irak’ın kuzeyindeki Kürt isyanının tekrar patlak vermesi olmuş, Tahran’daki yeni rejim de Irak Kürtlerini Bağdat’a karşı açık bir şekilde desteklemiştir. Tahran’daki yeni rejimin Irak’taki Kürt gruplarla ilişkileri bu dönemde kurulmuş, özellikle Süleymaniye bölgesinde güçlü olan Celal Talabani’nin KYP partisi ve bu partiye bağlı milis güçleri ile İran’daki yeni rejim arasında yakın ilişkilerin temelleri bu dönemde atılmıştır.
İran’ın Kuzey Irak’ta (Kürtlerin yardımıyla) sürdürdüğü askeri bir saldırı sırasında, Saddam Hüseyin rejimi 1988 yılı Mart ayında Halepçe’de kimyasal silah kullanmıştır. Irak’ın Kürtleri İran’a yardım ettikleri için “cezalandırmak” amacıyla Süleymaniye’nin hemen güneyinde İran sınırına çok yakın olan Halepçe şehrinde kimyasal silah kullanması sonucu hayatını kaybeden (büyük bölümü kadın ve çocuk) sivillerin sayısı 5 bine yaklaşmış, İran’ın yabancı gazetecileri bölgeye getirmesi sonucu konu uluslararası bir boyut kazanmıştır.
Irak-İran savaşı 1988 yılı sonunda Saddam Hüseyin’in 1975 Cezayir Anlaşması’nı tekrar kabul etmesinden sonra bitmiş, 8 yıllık savaş hem Irak hem de İran ekonomilerinde büyük yıkıma sebebiyet verdiği gibi, iki taraf da büyük insan kaybına uğramıştır. Savaşın önemli bir sonucu da Bağdat ile ülkenin kuzeyinde yaşayan Kürt nüfus arasındaki ilişkilerin yeniden bozulması olmuş, savaşın bitmesinden sonra, Kürtlere doğrudan İran desteğinin kesilmesiyle, Irak ülkenin kuzeyinde kontrolünü sağlamak amacıyla harekete geçmiştir.
Irak Kürtleri için çok önemli bir fırsat 1990 yılında Saddam Hüseyin yönetiminin bu kez Kuveyt’e saldırmasıyla ortaya çıkmıştır. Bağdat’ın güneyde Kuveyt’te meşgul olduğu sırada ülkenin kuzeyinde Kürt isyanı yeniden alevlenmiştir. ABD’nin 1991 yılında, Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak amacıyla başlattığı savaş ve ABD’nin, Irak askeri güçlerinin Kuveyt’ten çıkartılmasından sonra, güneyden Irak’ı işgal etmeye başladığı bir sırada Kürtler de Irak’ın kuzeyinde kontrolü ele geçirmişler, Irak’ın Dohuk, Erbil ve Süleymaniye eyaletleri Kürt grupların eline geçmiştir. Bu dönem Irak Kürtleri ile ABD arasındaki temasların ve Vaşington’un Kürtlere sağladığı desteğin hızla arttığı görülmektedir.
İki Körfez Savaşı arasındaki dönem (1991-2003 arası) ABD’nin Kuzey Irak’ta kontrolü elinde bulunduran KDP ve KYP fiili yönetimiyle yakın bağlar kurduğu yıllardır. ABD bu dönemde Suriye, Irak ve İran’da ABD aleyhtarı yönetimler işbaşında olduğu için, Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla tüm temas ve işbirliğini sadece Türkiye üzerinden yürütebilmiştir. Bu yıllarda KDP lideri Barzani ve KYP lideri Talabani de Irak dışındaki seyahatlerini Türk diplomatik pasaportlarıyla yapmışlardır.
İki Körfez Savaşı arasında Kuzey Irak’ta KDP ve KYP arasında da ciddi sorunlar yaşanmış ve zaman zaman çatışmalar da patlak vermiştir. Türkiye bu dönemde KDP ve KYP arasındaki ilişkilerin düzgün bir şekilde yürütülebilmesi için Ankara Sürecini başlatmış, Türk Dışişleri Bakanlığı’nda yürütülen, Türkiye’nin başkanlık yaptığı Ankara Süreci toplantılarına KDP ve KYP dışında ABD ve İngiltere temsilcileri de katılmıştır.
Bu dönemde yine Kuzey Irak’taki iki fiili Kürt yönetiminin Saddam Hüseyin’den korunması için Irak’ta 36. paralelin kuzeyinde “Uçuşa Yasak Bölge” uygulaması başlatılmış, bu bölgedeki hava sahasının kontrolü için Türkiye, ABD, İngiliz (ve bir süre Fransız) savaş uçaklarından oluşan hava gücü de (Çekiç Güç) Türkiye’de konuşlanmıştır.
İki Körfez Savaşı arasındaki bu yıllarda Türkiye hem Kuzey Irak’taki Kürt fiili yönetimlerinin Saddam Hüseyin’den korunması için elinden geleni yapmış, hem de (NATO müttefiki) ABD’nin Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla temas ve ilişki kurmasını kolaylaştırmıştır. O dönemde sivil ve askeri ABD heyetleri Kürt kontrolü altındaki Kuzey Irak’a sadece Türkiye üzerinden ulaşabilmiş, bu heyetler Erbil ve Süleymaniye’ye Türk helikopter ve araçlarıyla gidebilmişlerdir.
Kuzey Irak’taki bu durum ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali ile tamamen değişmiş, Irak’ta büyük bir askeri güç bulunduran ABD Irak’ta kurduğu yeni yönetimde Kürtlere önemli bir yer ayırmış, yeni Irak Anayasası da ülkeye Arap ve Kürtlerden oluşan federal bir yapıyı getirmiştir. ABD’nin Irak’ta kurduğu rejim Cumhurbaşkanının Irak Meclisindeki Kürt gruptan gelmesini öngörürken, ABD uzun bir süre Irak Dışişleri Bakanının da bir Kürt olmasını sağlamış, daha önce Ankara Sürecine de katılan ve Amerikalılar tarafından çok iyi tanınan Hoşyar Zebari bu göreve getirilmiştir.
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali Vaşington’un Irak Kürtleriyle ilişkilerini tamamen değiştirmesi yanında, giderek artan ölçülerde Suriye Kürtleriyle de temas imkanını arttırmıştır. Irak’ın Suriye ile çöl bölgelerinden geçen ve kontrolü çok zor uzun bir sınırı paylaşması 2003 yılından sonra Vaşington’a Suriye Kürtleriyle de daha yakın temas imkanı sağlamıştır.
ABD’nin Suriye Kürtlerine artan ilgisi ilk işaretlerini 2004 yılında Kamışlı da meydana gelen olaylarda göstermiştir. Kürt ve Arap takımları arasında yapılan bir futbol maçından sonra Kamışlı ve çevresinde patlak veren olaylar ve Kürt sokak gösterilerinde Başkan Bush’un (ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun) posterlerinin taşındığı haberleri basında yer almıştır.
Suriye’deki Kürt gruplara olan ABD (ve İsrail) ilgisi daha sonraki dönemlerde giderek artmış, Suriye’de 2011 yılında patlak veren iç savaş sırasında ABD’nin PYD/YPG ile işbirliği daha da ön plana çıkmıştır. Son 3 yıllık dönemde ABD, DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle, PYD/YPG’yi silahlandırmaya gitmiş, PYD/YPG ABD desteğiyle Doğu ve Kuzey Suriye’de önemli bir bölgeyi kontrol altında tutmaya başlamıştır.
ABD’nin, PYD/YPG ile işbirliği DEAŞ’la mücadele amacıyla büyütüldüyse de, vardığı şimdiki aşamada Vaşington’un tüm Suriye politikasının odak noktası haline getirilmiş gibi görünmektedir. Doğal olarak burada akla gelen ilk soru Vaşington’un PYD/YPG’ye ne gibi vaatlerde bulunduğu ve sözler verdiğidir.
Ankara’da olduğu kadar, Moskova’da da artık Vaşington-PYD/YPG işbirliğinin giderek Suriye’nin toprak bütünlüğünü, en azından Suriye’nin siyasi birliğini hedef aldığına inanıldığı ortaya çıkmaktadır. ABD’nin Irak’tan sonra (en azından bu aşamada) Suriye’de Kürtler için federal bir yapı kurulmasını hedef aldığı anlaşılmaktadır. Vaşington’un Irak’ta gerçekleştirdiği ve (şimdi) Suriye’de gerçekleştirmeye çalıştığı federal bölgelerle (daha sonraki bir aşamada birleştirerek Orta Doğu’da, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun istediği şekilde oluşturulacak, İran’dan Akdeniz’e uzanan) bir Kürt Devletinin alt yapısını kurmaya çalıştığına inanların sayısı da giderek artmaktadır.
Eğer durum böyleyse ABD’nin hesaba almadığı bir nokta, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki gelişmelere (hoşlanmasa da) doğrudan karşı çıkmadığı, hatta (isteyerek ve istemeyerek) işbirliği yaptığı, ancak Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin hayati çıkarlarını doğrudan zedelediği hususudur. Bu durumun temel nedeni PYD/YPG’nin, (Vaşington’un da bildiği gibi) PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı olmasıdır. Vaşington’un Türkiye’nin PKK’nın Suriye’de (özerk bölge, federasyon gibi adlar altında da olsa) devlet yapılanmasına gitmesine izin vermesine imkan olmadığını görmek istememesi Türkiye-ABD ilişkileri için çok talihsiz bir gelişmedir. Ankara’dan son günlerde gelen sinyaller PYD/YPG’ye sağlanan siyasi, ekonomik ve askeri destek ile Doğu Suriye’deki yapılanma konusunda Türkiye’nin sabrının sonuna gelmekte olduğuna işaret etmektedir. Vaşington’un, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği için, biran önce kabul etmesi gereken bir husus Türkiye’nin güney sınırlarında Kuzey Irak-Kuzeydoğu Suriye’yi içine alacak bir Kürt Devleti oluşumuna (veya bu yöne gidebilecek herhangi bir gelişmeye) izin vermeyeceği gerçeğidir.
Paylaş