Paylaş
Türk Ordusu ve Milli Suriye Ordusunun (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu) yer yer sınırın 30-35 km güneyinden geçen M-4 kara yoluna kadar indiği; Türkiye’nin harekatın amacı olduğunu açıkladığı hedeflerin bir bölümünü şimdiden gerçekleştirildiği görülüyor.
ABD’nin Doğu Suriye’nin kuzeyindeki bin askerini daha güneye çekme kararının Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatını yürütmesini kolaylaştırdığı ortada. ABD askerlerinin bölgede olmasının ve AB üyesi ülkelerin kendilerine verdiği desteğin Barış Pınarı Harekatını durduramayacağını anlayan PYD/YPG’nin yeni “oyun” ve “tahriklere” giriştiği anlaşılıyor.
ABD’den ümidini kesen terör örgütünün şimdi bir kez daha Rusya ve Şam rejimine döndüğü ve Şam rejimini bölgeye davet ettiği haberleri basında yer alıyor. Zaten az sayıda rejim askeri Kamışlı ve Haseke’de bulunuyor. ABD askerleri hala Fırat Nehri ile Türk harekat bölgesi arasında bulunduğundan Şam rejimi askerlerinin Fırat Nehri’nin kuzeyine geçmesi ihtimali şimdilik zayıf. ABD askerlerinin Ayn İsa’dan çekildiği yönünde verilen haberlerin doğru olmadığı, ABD’nin Türkiye’nin Ayn Al Arab’a (Kobani) girmesini önlemeye çalıştığı ifade ediliyor.
Burada Fırat’ın batısındaki Münbiç önem kazanıyor. ABD’nin Münbiç’ten çekilmesinden sonra şehre Rus askerlerinin girdiği yönündeki haberler Suriye’de gelişmelerin ne kadar hızlı geliştiğini gösteriyor. Münbiç ve Ayn al-Arab’daki gelişmelerin Türkiye-ABD-Rusya-Şam rejimi arasında sahada yeni dengeler ve durumlar ortaya çıkartabileceği anlaşılıyor.
Barış Pınarı Harekatı’yla ilgili gelişmeler çok çabuk bir şekilde meydana gelirken, Batı ülkelerinde Türkiye karşıtı propagandalara da hız verildiği, Türkiye’yi harekatı durdurmaya “ikna etme” çalışmalarına girişildiği izleniyor. Batı ülkelerinde belirli kesimler PYD/YPG’yi korumak ve Suriye’deki kısa, orta ve uzun dönemli plan ve projelerini (bir şekilde ve bir ölçüde) kurtarmak için büyük bir çaba içine girmiş görünüyor.
Batı ülkelerinde Barış Pınarı Harekatı’na karşı kullanılan 3 temel argümandan birisi askeri operasyonun DEAŞ ile mücadeleyi zayıflatacağı ve DEAŞ’ın tekrar güç kazanabileceği. Diğer 2 argüman gerçeklerden daha da kopuk. Barış Pınarı Harekatı’nın bölgede yeni göç hareketlerine sebebiyet vereceği ve insani sorunlar yaratacağı iddiası ortaya çıkartılıyor. Üçüncü olarak DEAŞ ile mücadeleyi yürüten PYD/YPG’nin şimdi ortada bırakılmasının Batı’nın “güvenilirliğini” sarstığı savunuluyor.
Bu argümanlar ısrarla savunulur ve Türkiye karşıtı yoğun bir kampanyaya malzeme yapılırken Türkiye-Batı ilişkilerinin tarihi, Türkiye’nin Batı savunması için önemi, PYD/YPG’nin NATO üyesi bir ülkeyi hedef alan acımasız bir terör örgütünün Suriye uzantısı olduğu, Suriye’de iç savaş başladığından beri meydana gelen tüm gelişmeler kesinlikle dikkate alınmıyor. Obama Yönetiminin DEAŞ ile mücadele de yanlış hareket ettiği, yanlış seçimler yaptığı gerçeğinin üzeri de kapatılmaya çalışılıyor.
Ortaya çıkan tablo Türkiye’de Batı Dünyasındaki bazı kesimlerin DEAŞ tehlikesini kullanarak Suriye’de oldubittilere gittikleri ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini hedef aldıkları, Orta Doğu’da sınırları ve bölge haritasını değiştirme amaçlarının gerçek olduğu yönünde. Bu kesimlerin yanlış ve kasıtlı bir şekilde hareket ettikleri, kızgınlık ve tepkilerinin bilgisizlikten değil, sahneye koydukları oyun ve projelerin Barış Pınarı Harekatı’yla bozulması temelinde oluştuğu inancı artık Türkiye’de yerleşmiş gibi.
Bu Pazartesi günü Başkan Trump’a karşıtlığıyla bilinen ve Trump’ın yeniden seçilmemesi için yoğun bir kampanya yürüten uluslararası bir ABD televizyon kanalında eski İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband ile yapılan mülakat durumu bütün açıklığı ile gösterdi ve Türkiye aleyhtarı kampanyanın sebeplerini ortaya koydu.
Miliband Irak’ın işgalinde İngiltere’de iktidarda olan İşçi Partisinden ve 2007-2010 yılları arasında İngiltere Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş. Şimdi merkezi New York’ta olan “Uluslararası Kurtarma Komitesi” adlı hükümet dışı bir örgütün başkanlığını yürütüyor.
Miliband’ın mülakatında söyledikleri Batı Dünyası içindeki “kafa yapısını” ve Batı’nın niye Barış Pınarı Harekatına karşı çıktığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Milliband’ın mülakatta Doğu Suriye’den Kürt toprakları diye bahsetmesi bu çevrelerin kafasındaki oyun ve senaryoları bütün açıklığıyla ortaya çıkartıyor.
Miliband mülakatında Türkiye’nin askeri operasyonunun Doğu Suriye’de (kendi ifadeleriyle Kürt bölgesinde) demografik yapıyı bozacağını, bunun BM ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olacağını söylüyor. Milliband, bugün PYD/YPG’nin kontrolünde olan Rakka ve Der el Zor gibi şehirler ile PYD/YPG’den temizlenen Tel Abyad ve Rasulayn şehirlerinde, bu şehirler PYD/YPG’nin işgaline sokulmadan önce, Arap ve Türkmenlerin çoğunlukta olduğundan bahsetmiyor. Tabii mülakatta PYD/YPG’nin Tel Abyad ve Resulayn gibi şehirleri ele geçirdikten sonra buralardaki demografik yapıyı değiştirdiği, Arap ve Türkmenleri buralardan kaçmaya zorladığı da söylenmiyor.
Mülakatta bahsedilmeyen diğer bir husus Kürtlerin Suriye nüfusu içindeki oranının sadece % 8 kadar olmasına karşılık PYD/YPG’nin Doğu Suriye’de ele geçirdiği toprakların Suriye’nin üçte birine tekabül ettiği. Miliband, Türkiye’nin 3,7 milyon Suriyeliyi kabul etmekle “iyi bir iş” yaptığını kabul etmekle beraber, burada da kasıtlı olarak yanlış bilgi veriyor ve bunların hepsinin Sünni Araplar olduğunu iddia ediyor. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin 400 bin kadarının Suriyeli Kürtler olduğu gerçeğini saklıyor.
Miliband bu yanlış ve çarpıtılmış bilgileri aktarmakla da kalmıyor. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatından sonra bölgeye Türkiye’ye sığınan Sünni Arapları yerleştireceği iddiasında bulunuyor; kendi ifadeleriyle “Kürt bölgesini” Araplaştıracağı gibi gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmayan bir iddiayı ortaya atıyor. Burada doğal olarak yine söylenmeyen bir husus Türk yetkililerin PYD/YPG kontrolünden kurtarılan Doğu Suriye’deki bütün bölgelere (Arap, Kürt, Türkmen, Süryani ne olursa olsun) eski Suriyeli sakinlerinin dönmesine izin verileceği gerçeği.
Bu tabii sadece bir mülakat. Batı basın-yayın organlarında gerçeklerle ilgisi olmayan Türkiye’nin Suriye politikası ve Barış Pınarı Harekatı karşıtı öyle bir organize kampanya yürütülüyor ki, akıllara ister istemez bu kızgınlığın temelinde yatan esas sebebin Türkiye’nin askeri operasyonunun Batı’daki bazı çevrelerin orta ve uzun dönemli Suriye planlarını bozması olduğu geliyor.
Doğal olarak yanlış ve gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan bilgilere oturtulan veya gerçekleri saptıran bu kampanya ve (Miliband gibi) gerçekleri çok daha iyi bilmesi gereken kişi ve devlet adamlarından gelen ifade ve açıklamalar Türkiye’de üzüntü yaratıyor, kızgınlığı ve tepkiyi arttırıyor. Tabii bize çok daha yakın olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden, beklenmedik şekilde bu kampanyaya destek anlamına gelebilecek, bir tepkinin gelmesi üzüntüyü daha da büyütüyor.
Belki de beklenmedik şekilde demek de doğru değil. Bu tepkinin kaynağının çok kısa bir süre önce Maraş’ın yeniden imara açılmasına karşı çıktığını hatırlayanlar durumu çok daha iyi kavrıyor; Kıbrıs Türklerinin kaderinin, 1960’da olduğu gibi, bir kez daha Kıbrıs Rumlarına ve Batı ülkelerinin “iyi niyetine” bağlamak istenmesinin doğuracağı olumsuz sonuçlardan endişe ediyor.
AB ülkesi ülkelerin Türkiye çıkarlarını tamamen karşılarına alan tutumlarına rağmen Batı’dan hala sağduyulu bazı seslerin de çıktığını izliyoruz. Bu seslerin başında üzerindeki baskının arttığı anlaşılan NATO Genel Sekreteri Stoltenberg gelmektedir. NATO Genel Sekreterinin oluşturulan bütün baskılara rağmen şimdiye kadar Barış Pınarı operasyonu konusunda verdiği demeçlerde dengeli ve gerçekleri yansıtan bir tutum almaya çalıştığı izleniyor.
Aralık ayı içinde İngiltere’de NATO ittifakının kuruluşunun 70. yıldönümünün kutlanacağı bir NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi yapılacak. Bu Zirve’ye kadar Doğu Suriye’deki durumun açıklık kazanması, Barış Pınarı Harekatının Suriyeli Kürtlere değil PYD/PYG ve DEAŞ terör örgütlerine karşı yapıldığının Batı tarafından görülmesi yanında, Türkiye’nin askeri operasyonunun Doğu Suriye’deki oyun ve projeleri bozduğunun anlaşılmasının (Zirveden önce) Türkiye’nin elini güçlendireceği açık.
AB Dışişleri Bakanlarının Lüksemburg’da yaptıkları Türkiye gündemli toplantı da Barış Pınarı Harekatı’nın kınanması ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını hiçe sayarak alınan kararlar Ankara’nın tepkisine neden oldu. AB Dışişleri Bakanları bu toplantıda Türkiye’ye silah satışlarını yasaklayan ortak bir kararı alamadı. Toplantıdan önce Almanya ve Fransa’nın Türkiye’ye silah satışını yasaklayan kararlarını açıklamaları, bu iki ülkenin AB’den de bu yönde ortak bir karar çıkartmaya çalıştıklarına, bu yönde diğer üyeler üzerindeki baskıyı arttırdıklarına işaret ediyor.
Bu durum Türkiye’nin kendi silah sanayiini kurmada ne kadar isabetli davrandığını bir kere daha ortaya koyuyor. ABD, Almanya ve Fransa’nın geçmişteki davranış ve kararları, Türkiye’nin kendi güvenliği ve savunması için lazım olan silahların tedarikinde Batılı ülkelere güvenemeyeceğini gösteriyor. Silah sanayimiz olmasaydı Suriye’de gerçekleştirdiğimiz 3 askeri operasyonu yapmada ne büyük ölçülerde zorluklarla karşılaşacağımızı açık bir şekilde gözler önüne seriyor.
Fransa’nın DEAŞ’la Mücadele Koalisyonu ülkelerinin toplanmasına ve buradan Barış Pınarı Harekatını kınayan ve harekatın durdurulmasını isteyen bir karar çıkartmaya çalıştığı da anlaşılıyor. DEAŞ’ın ortaya çıktığı 2014 yılında ABD’nin öncülüğünde kurulan DEAŞ’la Mücadele Koalisyonuna, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, Avrupalı ve Orta Doğulu 30 kadar ülke üye. Fransa’nın ABD’yi Koalisyon toplantısına razı ederse bu toplantıda Türkiye’yi izole etmeyi ve zor duruma sokmayı planladığı ortaya çıkıyor.
Tabii Fransa, burada da DEAŞ’la mücadelede Türkiye’nin oynadığı hayati rolü, Barış Pınarı Harekatının DEAŞ’la mücadeleyi aksatmak değil, güçlendirmek amacıyla yaptığını dikkate almıyor, almak istenmiyor. Fransa’nın PYD/YPG ile yakın bağ ve temasları zaten biliniyor ve Fransa’nın PYD/YPG’nin en vokal koruyucuları arasına girmesi çok da “sürpriz” olarak görülmüyor.
Fransa’nın, Türkiye’nin bütün izah girişimlerine ve tesis ettiği üst düzey temaslara karşın, Türkiye aleyhtarı cephenin liderliğine soyunmasını bu ülkenin Suriye’deki kolonyalist geçmişinden gelen içgüdülere, Fransa’da faaliyet gösteren Türkiye aleyhtarı lobilerin gücü ve faaliyetlerine bağlayanlar var.
Şam’da Büyükelçi olduğum 5 seneye yakın dönemde, Adana mutabakatından sonra gelişmekte olan Türkiye-Suriye ilişkilerinden en fazla rahatsız olan ülkeler arasında Fransa’nın bulunduğunu hatırlıyorum. Fransa’nın Barış Pınarı Harekatına olan tepkisinin bir sebebinin de bu harekattan sonra Fransa’nın bölgede bulundurduğu az sayıdaki askerini burada tutmasının zorlaşacağını algılamasının bulunduğu ortaya çıkıyor.
Barış Pınarı Harekatının Doğu Suriye’deki ve hatta Suriye’deki dengeleri büyük ölçüde değiştirdiği açıktır. Suriye konusunun ABD’de Başkan Trump yanlıları ile karşıtları arasındaki kutuplaşma ve iktidar mücadelesinin, azil karmaşasının ve yaklaşan seçimlerin tam ortasına düşmesi durumu çok daha zor hale getirmektedir. Vaşington, Türkiye’ye yönelik ekonomik “yaptırım” tehditlerini uygulamaya geçirmeye başlamıştır. ABD bu yolda başka adımlara gittiği takdirde, Vaşington Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni sorunlar yaratılmış olacaktır.
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Ankara ziyaretleri Türkiye-ABD ilişkileri için yeni bir fırsat yaratmaktadır. Türkiye-ABD ilişkilerinin Suriye’de doğru yola sokulmasının yolu sahadaki işbirliğinin “reset” edilmesinden, yani Suriye savaşının başlangıçtaki durumuna geri döndürülmesine çalışmaktan geçmektedir. Bununla ne kastettiğimi sonraki yazılarımda ele alacağım.
Paylaş