Paylaş
İsrail 17 Eylülde Parlamento seçimini tamamladı. Bu İsrail’in 5 ay içinde yaptığı 2. seçimdi. Kısa bir süre önce, 9 Nisan’da yapılan seçimlerden sonra oluşan İsrail Parlamentosu’ndan bir hükümet çıkmadığı için İsrail bu sene içinde tekrar seçime gitmek zorunda kaldı.
İsrail’de 120 üyeli Parlamento (Knesset) için seçimler 4 yılda bir yapılıyor. Esasen İsrail Knesset seçiminin bu yılın Kasım ayında yapılması gerekiyordu. Ama Likud Partisi liderliğindeki 6 Partiden oluşan İsrail Hükümeti içinde çatlaklar meydana geldiği için, Başbakan Netanyahu İsrail’i erken seçime götürdü ve 6 Nisan seçimleri yapıldı.
İsrail Hükümeti içindeki sorun Likud ile birlikte koalisyon içinde yer alan 4 dinci (Haredi) Parti ile Avigtor Liberman’ın (aşırı sağcı ama seküler) İsrail Evimiz Partisinin anlaşamaması idi. Liberman askerlik kanununun tüm Yahudi İsraillileri kapsamasını isterken, hükümetteki 4 din ağırlıklı parti aşırı dinci Yahudilere tanınan askerden muaf olma ayrıcalığının devamı savunuyordu. Bu anlaşmazlıkta Başbakan Netanyahu dinci partilerin yanında yer alınca İsrail Evimiz Partisi koalisyon hükümetinden ayrıldı.
Knesset’teki çoğunluğunun 61 milletvekiline düşmesi üzerine Başbakan Netanyahu erken seçim kararı aldı. 9 Nisan seçimlerinden Netanyahu’nun beklentisi yeni Parlamentoda kendi partisi Likud’un dinici partilerle birlikte daha rahat bir çoğunluğu sağlaması ve yeni İsrail hükümetini kurabilmekti. Ancak 6 Nisan seçimleri tam Netanyahu’nun istediği şekilde sonuçlanmadı.
Her ne kadar seçimlerden Likud (35 milletvekili ile) birinci parti olarak çıktıysa da Likud’un Knesset’e girebilen diğer 4 dinci parti ile sandalye sayısı hükümet kurmak için gerekli 61 sayısına ulaşamadı. Netanyahu’nun yine hükümeti oluşturabilmek için İsrail Evimiz Partisine ihtiyacı vardı ve yine askerlik kanunu ana sorun olarak ortaya çıkıyordu.
İsrail Cumhurbaşkanı Revlin, 9 Nisan seçimlerinden sonra yeni hükümeti kurma görevini Likud Partisi lideri olarak Netanyahu’ya vermişti. Netanyahu’nun yeni hükümeti kurma görevini yerine getiremeyeceğinin ortaya çıkmasından sonra bu görevin bu kez Mavi Beyaz Partisi lideri Benny Gantz’a verilmesi gerekiyordu. Başbakan Netanyahu bunu engelleyebilmek için yeni Parlamento’ya kendisini fes etme kararı aldırdı ve tekrar seçime gitti.
Bu sene içindeki 2. İsrail Parlamento seçimi 17 Eylül tarihinde yapıldı. Bu seçimin Başbakan Netanyahu için daha da büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Her şeyden
önce Likud, Knesset’te birinci Parti olmaktan çıktı. Son seçimde % 25.92 oy oranıyla Mavi Beyaz Partisi 33 milletvekili çıkarttı; buna karşılık Likud Partisi % 25.14 oy oranıyla ancak 31 milletvekili çıkartabildi.
Bu sonuç nedeniyle İsrail Cumhurbaşkanı Revlin’in yeni hükümeti kurma görevini Mavi Beyaz Partisi lideri Benny Gantz’a vermesi ve 2009 yılından beri İsrail’de (kesintisiz şekilde) Başbakan olan Netanyahu’nun bu görevi bırakması ihtimali ortaya çıkmıştır. Başbakanlığı bırakmaya zorlanması halinde Netanyahu’nun hakkında devam eden “yolsuzluk” soruşturmaları nedeniyle daha da zor durumda kalacağına ve hapse girmesinin bile mümkün olduğuna işaret edilmektedir.
Ancak, 17 Eylül Seçiminin Mavi Beyaz Partisi lideri Benny Gantz için bir “zafer” olduğunu söylemek için henüz erkendir. Her şeyden önce 16 Eylül Seçim’inde oluşan Knesset’deki sandalye dağılımı Gantz’ın güvenoyu alabilecek bir hükümeti kurmasını çok zor hale getirmektedir.
17 Eylül Seçiminde Mavi Beyaz ile Likud yanında 7 parti, % 3.25 oranındaki seçim barajını açarak, Knesset’e girme hakkını kazanmıştır. Bu 7 Partiden sadece 2’si Benny Gantz’ın koalisyon hükümetine girmeye istekli görünmektedir. İsrailli Arapların kurduğu Ortak Liste dışardan desteklese bile bu Mavi Beyaz Partisi’nin kuracağı koalisyon hükümetinin yeterli çoğunluğa ulaşmasını sağlamamaktadır.
17 Eylül Seçimi sonucu ortaya çıkan Knesset tablosu hem Gantz hem de Netanyahu’nun koalisyon hükümeti kurabilmek için Avigdor Lieberman’nın İsrail Evimiz Partisinin desteğine gerek duyduğu gibi bir durum ortaya çıkarmaktadır. Ancak İsrail iç siyasetinde her şey pazarlık konusu yapılabilmekte, bu da “farklı” koalisyon formüllerinin ortay çıkabileceği anlamına gelmektedir.
Doğal olarak teorik olarak Mavi Beyaz Partisi ile Likud Partisinin büyük bir koalisyon yapmaları her zaman mümkündür. İki partinin Knesset’teki sandalye sayısı 64’dür. Bu koalisyona diğer bazı “küçük” partilerin de katılması imkanı vardır. Nitekim Netanyahu seçim sonuçlarının ortaya çıkmasından hemen sonra Gantz’a milli bir koalisyon kurulması için görüşmelere başlama çağrısı yapmıştır. Netanyahu’nun dönüşümlü Başbakanlık “ümit” ettiğine, ancak Gantz’ın Netanyahu ile birlikte aynı koalisyonda yer almaya yanaşmasının çok “zor” olduğuna işaret edilmektedir.
Partisinin Knesset’te birinci parti olması sebebiyle Benny Gantz kendisinin Başbakan olması beklentisi içindedir. Mavi Beyaz Partisi içinde Netanyahu ile hiçbir şart altında koalisyon yapılmaması gerektiğini düşünenler bulunmaktadır.
Eğer 17 Eylül seçimlerinden sonra oluşan Knesset’ten bir koalisyon hükümeti çıkması mümkün olamazsa İsrail’in bu yıl içinde yeni (üçüncü) bir seçime gitmek zorunda kalması da ihtimallerden biri olarak ortaya çıkmaktadır.
İlginç bir durum Mavi ve Beyaz ile Likud Partilerinin aynı koalisyon hükümeti içinde yer almaları durumunda İsrailli Arapların Partisi Ortak Liste’nin ana muhalefet partisi durumuna gelecek olmasıdır. İsrail kanunları Ana Muhalefet partisi liderine geniş siyasi haklar tanımakta; iç ve dış güvenlik konularında bilgi alması için kurumsal düzenlemeler getirmektedir. İsrail’de bu durumdan “rahatsız” olacakların sayısının epey “yüksek” olduğu açıktır.
Ortak Liste, 17 Eylül seçimlerinde oldukça başarılı olmuş, % 10.50 oy oranıyla 13 milletvekili çıkartmıştır. Ortak Liste, İsrailli Arap partilerin kurduğu bir seçim ittifakıdır. 6 Nisan seçimlerine birleşerek giremeyen Arap partileri 10 milletvekili çıkartırken, 17 Eylül seçimlerinde birlikte hareket edebilen İsrailli Arap partiler Knesset’teki milletvekili sayılarını 13’e çıkartmayı başarmışlardır.
İsrail’i kimin yöneteceği tüm Orta Doğu için olduğu kadar, Türkiye için de önemlidir. Başbakan Netanyahu’nun kesintisiz 10 sene süren son Başbakanlığı döneminde İsrail, Filistin Sorunu konusunda giderek daha uzlaşmaz ve katı bir tutum almaya başlamış; İsrail’in Filistinliler kadar İran’a karşı politikaları da sertleşme eğilimine girmiştir. Tamamen iç politika saikleri ve kendi menfaatleri doğrultusunda hareket eden Netanyahu’nun Orta Doğu’da bir istikrarsızlık “unsuru” haline geldiğine ve siyasetten ayrılmasının İsrail’e yeni bir “başlangıç” imkanı tanıyacağına inanların sayısı oldukça fazladır.
17 Eylül Seçiminin ilginç bir yanı da “aşırılıklarının” Netanyahu’ya bu kez oy kazandırmaması olmuştur. Seçim sürecinin aleyhine gittiğini fark eden Başbakan Netanyahu, oy kazanabilmek amacıyla, seçimden tekrar Başbakan olarak çıkması halinde, ilk önce Batı Şeria’da Şeria Nehri Vadisini, daha sonra da El Halil (Hebron) şehrinin Yahudi yerleşimcilerle kolonileştirilen bölümünü ilhak edeceğini açıklamıştır.
İsrail daha önce 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda işgal ettiği Doğu Kudüs’ü ve Suriye’den aldığı Golan Tepelerini ilhak etmiş, İsrail’in bu ilhak kararları uluslararası toplumca tanınmamış ve BM tarafından açık bir şekilde reddedilmiştir. Ancak, Başkan Trump’ın Vaşington’da yönetime geçmesinden sonra, ABD politikasını değiştirmiş ve İsrail’in uluslararası hukuka aykırı (Doğu Kudüs ve Golan) ilhak kararlarını tanımıştır. ABD’nin Avrupa’lı müttefikleri dahil Dünya İsrail’in ilhak kararlarını tanımamaya devam etmektedir.
İsrail’in ilhak politikalarıyla kendisini Dünya’dan izole ettiğine şüphe yoktur. Bu politikaların en büyük zararı İsrail-Filistin Barış Süreci üzerinde yaşanmakta; Batı Şeria’da genişleme politikası İsrail’i iki devletli çözümden tamamen uzaklaştırmış bulunmaktadır. Netanyahu’nun son 10 yıllık Başbakanlık döneminde Filistin Sorununu iki devletli çözümle kalıcı ve adil bir çözüme ulaştırma ümidi tamamen kaybolmuş gibidir.
İsrail’in şimdi Şeria Nehri Vadisi ve El Halil şehrinin Yahudi yerleşimcilerle kolonileştirilen bölümünü ilhakı da Dünya tarafından kabul edilmeyecek, İsrail biraz daha yalnızlığa sürüklenecek, peşinden sürükleyeceği Trump Yönetimi’ne de Batı Dünyası içinde ABD’nin müttefiklerinden gelen eleştirilerin artmasına ve Batı Dünyası’nın bölünmesine neden olacaktır.
İsrail seçmeninin aşırı sağa kaymasıyla İsrail’in Filistin Sorununu büyük ölçüde kendi lehine çözmek yönünde önemli bir fırsatı kaçırmakta olduğuna inanların sayısı az değildir. İsrail Batı Şeria’daki genişlemeci politikalarıyla Filistin Sorununu kalıcı bir şekilde çözmeyi imkansız hale getirmekte; Arap Dünyası içinde radikalleşmeyi körüklemektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri devam eden Filistin Sorununun çözümünün Orta Doğu’da yeni bir başlangıç imkanı yaratacağına, Orta Doğu’nun istikrarının sağlanmasına geniş bir katkı yapacağına şüphe bulunmamaktadır.
İsrail’in Filistinlilerle barışçıl bir çözümden her gün biraz daha uzaklaşması ve uluslararası hukuka aykırı olarak kurduğu Yahudi yerleşim birimleriyle Batı Şeria’dan her gün biraz daha fazla toprak koparması Netanyahu’nun Başbakanlığı döneminde hız kazanmıştır. Bugün masa başında kurulacak Filistin Devleti’nin toprakları olması gereken Batı Şeria ile Doğu Kudüs’te uluslararası hukuka aykırı olarak kurulan 150 kadar yerleşim biriminde 800 bine yakın Yahudi yaşamakta; Batı Şeria’nın % 15 kadarı İsrail tarafından kolonileştirilmiş bulunulmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail’in kurulmasını sağlayan BM Filistin’i Bölme Planı Filistin mandası topraklarını İsrail ve Filistin Devletleri arasında % 48, % 52 oranlarında bölüştürmüştür. Aradan geçen 70’ı aşkın yıldan ve İsrail’in kazandığı 3 Arap-İsrail Savaşı’ndan ve Arapların arka arkaya yaptıkları hatalardan sonra, bugün İsrail orijinal Filistin topraklarının % 78’ını elinde bulundurmaktadır.
Ancak işaretler bunun da İsrail’deki aşırı milliyetçi ve dinci kesimler için yeterli olmadığını, İsrail’in Batı Şeria’nın bir bölümünü ilhak etmek ve Batı Şeria’nın tamamını kontrol etmek istediğini göstermektedir. Bu yapılırken Batı Şeria’da yaşayan 2,5 milyon Filistinli Arap nüfusun haklarının ihlal edilmesi, Filistinlilerin
maruz kaldıkları uluslararası hukuka aykırı davranışlar ve (Oslo Anlaşmalarına rağmen) devlet kurma haklarının ellerinden alınması Dünya’da İsrail’e olan tepkilerin kaçınılmaz olarak büyümesine sebep olmaktadır.
Başbakan Netanyahu’nun İsrail ile Filistinliler arasında kalıcı bir barışı kendi siyasi çıkarları sebebiyle tamamen bir kenara ittiğine şüphe yoktur. Şam’da Büyükelçilik dönemimde önde gelen Suriyeli bir yetkilinin İsrail’de iktidara gelmesinden en fazla çekindikleri siyasetçinin (kendi siyasi emelleri için her şeyi yapabileceğini düşündükleri) Netanyahu olduğu söylediğini gayet iyi hatırlıyorum.
Geçen hafta eski ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Netanyahu’nun (istediklerini elde edebilmek için) Başkan Trump’a yalan söylediğini söylemesi ilginçtir. Netanyahu’nun Başkan Trump’a İran’ın nükleer programı konusunda yanlış bilgiler aktardığını ve ABD’nin İran Nükleer Anlaşmasından çekilmesini teşvik ettiğini, böylece bölgede yeni bir istikrarsızlığın kapılarını açtığını, ABD ile Avrupalı müttefikleri arasında ciddi bir bölünmeye neden olduğunu düşünmek mümkündür.
17 Eylül Seçimi sonuçlarının ve hakkındaki 3 yolsuzluk dosyasıyla ilgili sürecin Başbakan Netanyahu’yu İsrail siyaseti dışına itip itmeyeceği henüz açık değildir. İsrail’de önümüzdeki dönemde kimin Başbakan olacağı da henüz ortaya çıkmamıştır. Ancak İsrail’in Orta Doğu’da bir “gerçek” olduğu ve bölge dengelerinde önemli bir rol oynadığı ortadadır.
Benny Gantz’ın Filistin Barış Süreci dahil bir çok konudaki görüşleri de henüz ayrıntılarıyla bilinmemektedir. Bununla beraber, İsrail Başbakanlığına Netanyahu dışında birinin gelmesi halinde, (Orta Doğu’nun zor şartlardan geçtiği bir dönemde) Türk dış politikasının bu değişimden yararlanma imkanı vardır. Türkiye’nin İsrail ile diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesi, Büyükelçilerin tekrar karşılıklı görevlerine başlamalarının sağlanması, İsrail’le (ve Amerikan Yahudi Lobisi’yle) üst düzey diyalog kanallarının (tekrar) açılması halinde Türkiye’nin Filistinlilerin haklarını savunan tutumunun güçlenmesi de mümkün olabilecektir.
Paylaş