İdlib neden önemli?

Türk dış politikasının odak noktasını bir süreden beri İdlib oluşturuyor. İdlib 9 seneye yakın bir süredir devam eden Suriye Savaşı’nda her şeyin önüne geçmiş gibi görünüyor. Bunun haklı sebepleri var.

Haberin Devamı

 

İlk olarak İdlib’te insanı bir kriz yaşanıyor. İdlib’te yaşayan insanların üçte ikisinden fazlasını kadın ve çocuklar oluşturuyor. Şam rejiminin İblib’te sürdürdüğü askeri harekat, hava operasyonları sivil halkı çok olumsuz bir şekilde etkiliyor, rejimin kendi halkına karşı savaş suçları işlemeye devam ettiğini Dünya’ya gösteriyor. Şam rejimini havadan ve karadan destekleyen Rusya ve İran da kaçınılmaz bir şekilde bu savaş suçlarının parçası olmaya devam ediyor.

İdlib’te bugün 4 milyon civarında bir nüfus yaşıyor. İdlib vilayetinin normal nüfusu 1,5 ila 2 milyon arasında. Nüfusun bu ölçüde şişmesinin sebebi Şam rejimi ve destekçilerinden kaçanların bu bölgeye sığınmış olması. İdlib esasen Astana Süreci içinde ilan edilen 4 çatışmasızlık bölgesinden sadece birisi. Ancak, Şam rejimi diğer 3 bölgeyi askeri yöntemlerle yutarken ve bundan önce de, Rusya ile İran desteğiyle ülkede kontrolünü genişletirken, rejim muhalifi halk ile rejimle savaşan milisler İdlib’e kaçmışlardı.

Haberin Devamı

“Kaçma” lafı belki çok doğru da değil. Esasen İdlib’e sonradan gelen nüfusun büyük bölümünün rejim ve Rusya’nın bilgisi ve onayıyla İdlib’e gitmelerine izin verildiği biliniyor. Yani gerek Şam rejimi, gerekse Rusya İdlib’te yaşayan nüfusun Suriye’ye siyasi bakışını (rejim muhalifi olduklarını), bu nüfus içinde silahlı milislerin de bulunduğunu İdlib 2017 yılında Çatışmasızlık Bölgesi ilan edilirken gayet iyi biliyorlardı.

Şimdi Şam rejiminin İdlib sorununu (diğer çatışmasızlık bölgelerine yaptığı gibi) şiddet yoluyla ve askeri yöntemlerle çözmek istediği görülüyor. Yani rejim İdlib’i de zorla kontrolü altına almak istiyor. Ancak burada yaşayan halkın büyük bir bölümü, Suriye sorunu çözülmeden, Şam’ın kontrolü altına girmek istemiyor. Şam rejiminin askeri hareketliliği burada yaşayan nüfusu Türkiye sınırına doğru hareketlendiriyor; Türkiye’yi yeni bir Suriyeli sığınmacılar krizi ile karşılaşmaya zorluyor.

Rejimin son olarak Şam-Hama-Halep (M-5) Karayolu’nu ele geçirmeye çalışmasının 1 milyona yakın insanı bir kez daha evlerinden ettiği, sınıra yığılan insan sayısının 2 milyona yaklaştığı ifade ediliyor. Bu insanlar ağır kış şartlarında Türkiye sınırına yakın bölgelerdeki derme çatma kamplarda hayata tutunmaya çalışıyorlar. Şam rejiminin, Rusya’nın hava desteğiyle İdlib’te sebep olduğu tahribatın boyutları büyük. Ama Şam rejimi kendi halkına karşı insanlık ve savaş suçları işlemeye çok da aldırmıyor.

Haberin Devamı

Şam rejiminin isteğinin İdlib’i de rejim karşıtı olarak gördüğü ve herkesi “terörist” olarak ilan ettiği nüfustan temizlemek istediği açık. Bu rejimin işine de geliyor, böylece Suriye rejim karşıtı nüfustan “temizlenmiş” oluyor. Zaten 6 milyon Suriyeli ülkelerini terk etmiş, komşu ülkelere ve Avrupa’ya kaçmış durumda. Bütün işaretler Şam rejiminin ülke dışına kaçan bu 6 milyona şimdi de İdlib’te yaşayan 4 milyonun büyük bölümünü eklemeye hazır olduğunu gösteriyor.

Bu durum da akla Suriye Savaşı’nın başında Mahir Esad’ın söylediği basında yer alan, Suriye’nin nüfusunun (babası) Hafız Esad döneminde 8 milyon olduğunu, gerekirse Suriye’nin bu nüfusa geri dönebileceğini vurgulayan sözlerini getiriyor. Bu tabii tam olarak bir etnik temizlik harekatı. Suriye nüfusu rejim tarafından rejim muhaliflerinden temizleniyor. Tahran’ın Şam rejiminin bu etnik temizlik suçunu işlemesine aktif bir şekilde yardım ettiği ve destek sağladığı da açık.

Haberin Devamı

Rusya’nın ise tutumu biraz daha karışık görünüyor. Rusya’nın Şam gibi bütün rejim muhalifi nüfusu “terörist” olarak görüp görmediği henüz açıklığa kavuşmamış gibi. Bununla beraber, Moskova her geçen gün İdlib’teki rejim oyununun bir parçası haline geliyor. İdlib konusunda Astana ve Soçi Süreçi içinde vardığı mutabakatları ve verdiği sözleri yerine getirmiyor. Bu durum da Moskova’nın da İdlib’te, aynen Şam rejimi ve Tahran gibi, askeri bir çözüm ve etnik temizlik istediği görüntüsünü ortaya çıkartıyor. 

Ama rejimin İblib’teki 4 milyon rejim muhalifi olduğu açık olan nüfusun büyük kısmından kurtulmasının önüne Türkiye bir engel olarak çıkıyor. Rejimin daha önce ülkeden “temizlediği” (kaçmaya zorladığı) 6 milyon kadar Suriyelinin zaten 3,6 milyonu Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’nin yeni bir Suriyeli sığınmacılar krizini kaldırma “imkanı” yok. Ancak, Şam rejimi İdlib’te saldırganlığını arttırdıkça Türkiye sınırındaki “derme çatma” kamplardaki Suriyeli sayısı ve Türkiye üzerindeki baskı artıyor.

Haberin Devamı

İdlib sorununun yarattığı insani krizin büyümesi kaçınılmaz olarak Avrupa’yı da etkileyecek. Türkiye sınırda genişleyen kampların daha yaşanılır olmasına gayret gösteriyor. Ancak Almanya dışında hiçbir Avrupa ülkesi henüz konuyla ilgilenir gibi görünmüyor. Zaten diğer büyük Avrupa ülkesi Fransa’nın Suriye politikası (aynen Libya politikası gibi) yapıcı olmaktan uzak görünüyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkelerini yönetenlerin de, “Arap” Suriye halkını değil, kendi rejimlerinin devamının nasıl sağlanacağını, Yemen’de kaybetmekte oldukları savaşın içinden nasıl çıkacaklarını düşündükleri anlaşılıyor.

İdlib’in diğer önemi de Suriye’nin batı kısmında rejim muhaliflerinin elinde kalan tek bölge olması. Şam rejimi İdlib’i de askeri yöntemlerle, şiddet kullanarak ele geçirirse Suriye’de siyasi çözüme bir “ihtiyacı” da kalmamış olacak. Zaten büyük zorluklarla ve zaman kaybıyla kurulan Anayasa Komitesi şu anda çalışmıyor. Anayasa Komitesi’nin sadece 2 toplantı yapabildiği ve rejimin tutumu sebebiyle 3. toplantının mümkün olmadığı biliniyor.

Haberin Devamı

ABD ile Avrupa’nın ilgisizliği ve Rusya ile İran’ın desteğiyle ayakta kalabilen ve “cüretini” giderek arttırdığı izlenimini veren Şam rejiminin Suriye’de “siyasi çözüme” gerek duyulduğunu kabul etmesinin tek yolu askeri genişlemesinin İdlib’te durdurulmasından geçiyor. Bu durumda bile Anayasa Komitesi’nin “başarısı” garanti değil, hatta büyük ölçüde şüpheli.

Ancak İdlib’te askeri amaçlarına ulaşması halinde Şam rejiminin, zaten büyük ihtimalle Rusya’nın baskısı altında, bir oyalama taktiği olarak kabullendiği, siyasi çözüm yöntemine ve Anayasa Komitesi çalışmalarına (çözüm niyetiyle) geri dönmesi ihtimalinin tamamen ortadan kalkacağını düşünmek mümkün. Bu çerçevede sınırları Astana ve Soçi’de tespit edilen İdlib’teki çatışmasızlık bölgesi statüsüne ve ateşkese geri dönülmesi büyük bir önem taşıyor.

İdlib sorununu askeri yöntemlerle ve şiddette başvurarak çözmesine izin verilmesi halinde Şam rejiminin dikkatini kontrolü altında olmayan diğer bölgelere Doğu Suriye’ye (Fırat Nehrinin doğusuna); Kuzeybatı Suriye’ye  (Afrin’e, Azez-Cerablus-Bab üçgenine) çevireceğinin de dikkate alınması gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında da Şam rejiminin askeri operasyonlarının şimdiden İdlib’te durdurulması; Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği sorununun da Suriye’de genel siyasi çözüm içinde halledilmesine çalışılmasının daha yerinde olacağı ortaya çıkıyor.

İdlib’te yaşananların son dönemde ortaya çıkarttığı (gözler önüne serdiği) çok önemli bir husus da, işbirliği yapmalarına ve beraber çalışabilmelerine rağmen Türkiye ile Rusya arasında Suriye’de ciddi görüş ayrılıklarının bulunduğudur. Rusya’nın Şam rejimini desteklediği zaten başından beri bilinmektedir. Şam rejimini yıkılmaktan, Obama Yönetiminin bilgisi ve büyük ihtimalle yönlendirmesiyle, Rusya’nın 2015 yılında Suriye’ye yaptığı doğrudan askeri müdahale kurtarmıştır.

Türkiye ise rejime karşı olan Suriye ılımlı muhalefetini desteklemekte, onlarla işbirliği yapmaktadır. Bugün için Türkiye dışında Suriye ılımlı muhalefetine destek sağlayan başka bir ülke kalmamış gibidir. Başlangıçta Türkiye gibi ılımlı Suriye muhalefetiyle yakın ilişki içindeki ABD, Obama Yönetimi sırasında Suriye’deki önceliklerini ve politikasını değiştirmiştir. ABD, Şam rejiminin yıkılması amacından vazgeçtiği gibi, DEAŞ ile mücadeleyi gerekçe olarak kullanarak, Suriye’de PKK’nın bu ülkedeki uzantılarıyla ilişki içine girmiş, giderek Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini hedef alan bir tutum takınmaya başlamıştır.

Ankara ile Moskova’nın Suriye’deki işbirliği bu çerçevede önemlidir. Astana/Soçi Süreci zorda olsa işlemekte, Türkiye ile Rusya’nın Suriye’de birlikte çalışmasının temelini oluşturmaktadır. Ancak, Türkiye ile Rusya’nın Suriye’de birlikte çalışabilmeleri, Ankara ile Moskova’nın birbirlerine karşı açık olmalarını ve verilen sözlerin yerine getirilmesini de zorunlu kılmaktadır. Burada “güven” son derece önemlidir.

Türkiye ile ABD arasında Suriye’de “güvenin” yıkılmasında Vaşington’un Suriye’de Türkiye’nin menfaatlerini görmezlikten gelmesinin, Türkiye’ye verilen sözleri yerine getirmemesinin, Vaşington’un Ankara’ya karşı adeta bir “oyalama” taktiği içine girmesinin büyük bir rolü olmuştur. Vaşington’un “Menbiç Mutabakatını” uygulamaya koymadan nasıl sürüncemede bıraktığı hala hatırlardadır. Vaşington’u, isimler üzerinde oynayarak, Suriye’de PKK ile giriştiği işbirliğinin üzerini örtmeye, Ankara’ya kabul ettirmeye çalışması Türkiye’de ABD’ye olan güveni büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır.

Şimdi Moskova’nın İdlib’te aynı tutum içerisine girmesi, bir yandan “ateşkesler” ilan edilirken, diğer yandan Şam rejiminin İdlib sorununu askeri yöntemlerle çözme isteğine ve saldırganlığına göz yumması (Türkiye-Rusya ilişkileri için) büyük bir talihsizlik olmaktadır. Moskova bir yandan Suriye sorununun “siyasi yöntemlerle” diplomasi yoluyla çözümlenmesini istediğini ilan ederken, diğer yandan Şam rejiminin askeri saldırganlığına yeşil ışık yakmamalıdır.

Türkiye-Rusya ilişkilerinin boyutlarının Suriye’den çok daha “büyük” ve “geniş” olduğu muhakkaktır. Zaten bu sebepten dolayı iki taraf da ilişkilerin zedelenmemesini, aralarındaki genel işbirliğinin devamını arzu etmekte ve davranışlarıyla bunu ortaya koymaktadır. Ankara ile Moskova’nın her konuya aynı gözlükten bakmaları zorunluluğu da bulunmamaktadır. Ankara ile Moskova arasında bazı konularda görüş ayrılıklarının olması normaldir.

Önemli olan verilen sözlerin yerine getirilmesi ve temel menfaatlerin göz önünde bulundurulmasıdır. Vaşington, Suriye’de PKK’nın uzantılarıyla işbirliğine girişerek Türkiye’nin menfaatlerini ve Türkiye’nin güvenliğini doğrudan tehlikeye atmıştır. Şimdi Moskova’nın İdlib’in Türkiye için önemini, sığınmacılar ve sınır güvenliği dahil, tüm boyutlarıyla değerlendirmesi ve gereğini yapması gerekmektedir. İdlib Çatışmasızlık Bölgesinin sınırları Moskova’nın mutabakatıyla Astana ve Soçi’de çizilmiş ve 12 Türk Gözlem Noktası buralara Moskova’nın işbirliğiyle kurulmuştur.

Ankara, Moskova’ya bu durumu hatırlatmakta ve 2017 yılında Soçi’de imzalanan 10 maddelik mutabakatın uygulanmasını istemektedir. İdlib’te ateşkes kalıcı hale getirilmediği ve burada yaşayan 4 milyona yakın sivil nüfusu Şam rejiminin şiddetinden koruyan şartlara tekrar geri dönülmediği takdirde Ankara nasıl hareket edeceğini ortaya koymuş ve Şubat ayı sonuna kadar zaman tanımıştır. Bu Ankara’nın artık İdlib’te ateşkes “izleyicisi” durumundan ateşkesi empoze eden, uygulayan güç durumuna geçtiğine işaret etmektedir.

Türkiye’nin isteği İdlib’teki ateşkesin Rusya ile birlikte kalıcı hale getirilmesi ve hem Şam rejimini hem de İdlib’teki milis güçlerini ateşkese uymaya Ankara ile Moskova’nın birlikte ikna etmeleri ve zorlamalarıdır.  Bu Ankara ile Moskova’nın Suriye sorununun siyasi çözümü için birlikte hareket etmelerinin de yolunu açacaktır.

Ankara ile Moskova arasında diyalog kanallarının açık olması olumlu bir durumdur. Geçen hafta Ankara’da süren görüşmelerden sonra üst düzey bir Türk heyeti son 2 gündür Moskova’da temaslar gerçekleştirmektedir. İki ülke Dışişleri Bakanları (Çavuşoğlu ile Lavrov) bu hafta sonu Münih’te bir araya gelmişler ve görüşmüşlerdir. Ankara hala Moskova’nın durumun vahametini anlamasını beklemektedir.

Ancak, Ankara ve Moskova’da yapılan görüşmelerden Türkiye için henüz tahmin edici bir sonuç çıkmadığı; görüşmeler sırasında Rusların Ankara’ya yeni bir “mutabakat” metnini içeren bir kağıt ve bir de (İdlib Çatışmasızlık Bölgesini yeniden tanımlayan) bir harita verdiği anlaşılmaktadır. Ankara ise Soçi Mutabakatına ve eski İdlib Çatışmasızlık Bölgesi sınırlarına geri dönülmesini istemeye; İdlib’teki Türk gözlem noktalarının yerlerini değiştirmeye niyetli olmadığını vurgulamaya devam etmektedir.               

Yazarın Tüm Yazıları