Paylaş
Başkan Trump’ın geçen hafta hedef aldığı “muhalif” bir isim 2018 seçimlerinde ABD Kongresi’ne giren iki Müslüman kadından biri olan İlhan Omar’dı. Başkan Trump, Omar’ın bir konuşmasında “birileri bir şeyler yaptı, biz hürriyetlerimizi kaybettik” şeklinde sarf ettiği sözleri ABD’de meydana gelen 11 Eylül 2001 terörist saldırılarıyla ilişkilendirerek, doğrudan Omar’ı hedef aldı ve Omar aleyhine bir kampanya başlatılmasını sağladı.
Başkan Trump’ın doğrudan Omar’ı hedef almasının genç kadın milletvekiline yönelik saldırıları arttırma tehlikesini doğurması ABD’de birçok kişiyi rahatsız eden bir boyut kazandı. İlhan Omar zaten ABD Temsilciler Meclisi’ne seçildiğinden beri aşırı sağcı ve evangelist grupların hedefi haline getirilmiş, Omar’a yönelik tehditlerde son dönemlerde artış görülmüştü.
Temsilciler Meclisi’nde yürüttüğü Trump politikaları aleyhindeki tutum, Trump’ın seyahat ve vize yasaklarına ve dış politikasına karşı çıkması, özellikle Trump’ın Filistin politikalarını eleştirmesi bir müddetten beri dikkatlerin İlhan Omar üzerinde toplanmasına sebep olmuştu. Omar’ın “anti-semitizmle” suçlanması da ABD basın yayın organlarının ilgisini esasen bir müddetten beri bu Müslüman kadın milletvekili üzerine çekmekteydi.
Bakıldığında İlhan Omar’ı ABD Temsilciler Meclisi’nde milletvekilliğine kadar götüren geçmişi bir başarı hikayesi olarak ortaya çıkmaktadır. Omar, Somali asıllı bir Amerikalıdır. Omar 1981 yılında Somali’de doğmuş, ailesiyle birlikte ABD’ne gelmeden önce Somali-Kenya sınırında bir sığınmacı kampında 4 yıl kadar yaşamış, daha sonra ailesiyle birlikte 1992 yılında ABD’ye gelmiş, 1995 yılında ABD’den iltica hakkı istemiş, 2000 yılında da daha 17 yaşındayken ABD vatandaşlığını kazanmıştır.
Omar, ABD’de Üniversite tahsilini tamamlamış, 2016 yılında Minnesota Eyalet Meclisi’ne girmiş, 2018 yılı Kasım ayında yapılan seçimlerde de Cumhuriyetçi Partiden olan rakibini büyük bir farkla yenerek Minnesota Eyaletinden ABD Kongresine seçilen milletvekilleri arasında yer almış, ABD Temsilciler Meclisi’ne giren ilk Somali asıllı Müslüman kadın milletvekili unvanını kazanmıştır. Türk kamuoyu İlhan Omar’ı 2017 yılında New York’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşmeden de hatırlamaktadır.
İlhan Omar, halen Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadında Demokrat Parti adına 3 komitede görev görmektedir. Bunlar İş ve Eğitim, Bütçe ve Dış İlişkiler Komiteleridir. Omar’ın 47 üyeli Dış ilişkiler Komitesi’nde gösterdiği faal tutum dikkatleri çekmiş, Omar ile Başkan Trump’ın Venezuela Özel Temsilcisi Eliott Abrams arasında geçen konuşmalar ve Omar’ın Abrams’a yönelttiği suçlamalar ABD basın-yayın organlarında epey konuşulmuştur.
İlhan Omar’ın önde gelen Amerikan Yahudi lobi kuruluşlarıyla da arasında bazı sorunlar yaşanmış, Omar’a anti-semitizm suçlamaları yöneltilmiştir. ABD’de anti-semitizm suçlamaları çok hassas bir konu olup, zaman zaman İsrail ve İsrail’in politikalarına yönelik eleştirilerin engellenmesi için de kullanıldığı bilinmektedir. Bu çerçevede ABD’de anti-semitizm ile İsrail’i ve ABD’nin İsrail politikalarını eleştirmek arasındaki çizgi kolaylıkla kaybolabilen, siyasetçiler için tehlikeli olabilecek bir durumu ortaya çıkartmaktadır.
Esasen Omar’a yönelik arttırılmaya çalışılan tepkinin arka planında ABD Kongresi’nde çok etkili olduğu bilinen etnik lobilerin bulunup bulunmadığı, ABD’de bazı çevrelerin Omar gibi milletvekilleri ağzından ses bulan alternatif görüş ve yeni akımlardan rahatsız olup olmadıkları da üzerinde durulması gereken bir durumdur. ABD’de nüfusları 7 milyonu geçtiği bilinen Müslüman grupların niye etkili bir lobi faaliyeti yürütemedikleri birçok kişinin daha önce de sıklıkla dile getirdiği bir sorudur.
Zengin Arap ülkelerinin ABD’de neden etkili etnik bir lobiyi desteklemedikleri veya destekleyemedikleri geçmişte de üzerinde durulan ve gündeme getirilen bir soru olmuştur. 2018 Kongre seçimlerini kazanarak Temsilciler Meclisi’ne giren diğer bir Müslüman kadın bir milletvekili olan Raşida Tlaib de Filistin asıllıdır. Omar ve Tlaib’in ABD’de yeni bir oluşumun öncüleri olup olmadıkları, Vaşington’un Orta Doğu politikaları konusunda daha eleştirisel ve sorgulayıcı bir yaklaşımın ortaya çıkıp çıkmayacağı açık değildir.
Bu çerçevede, İlhan Omar’ın bazı konularda ilk olduğu ve bazı tabulara karşı çıktığı için eleştirilere hedef olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazladır. Omar’ın bazı tutum ve davranışlarının ABD’de Başkan düzeyinde tepki görmesini, temsil ettiği görüşlerin bazı çevreleri rahatsız ettiğinin bir işareti olarak alanlar bulunmaktadır. Başkan Trump’ın İlhan Omar’ı hedef olarak gösteren “twit” ve “ifadelerinin” Demokrat Parti içinde rahatsızlık yarattığı görülmektedir.
Demokrat Parti içinde Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ve Başkan adayı da olan Senatör Bernie Sanders gibi önde gelen bazı isimler İlhan Omar’ın yanında yer almışlar ve Başkan Trump’ın Omar’ı aşırı sağın şiddete yönelik kesimlerine hedef olarak gösteren tutumunu eleştirmişlerdir. Başkan Trump’ın ABD aşırı sağını ve evangelist grupları tatmin etmek için yürüttüğü politikalar karşısında bir gruplaşma ve tepki oluştuğu izlenmektedir. Bu gruplaşma içinde İlhan Omar gibi adından sıklıkla söz ettiren diğer yeni bir isim de Alexandria Ocasio-Cortez’dir.
2018 Kongre seçimlerinde New York eyaletinden ABD Temsilciler Meclisi’ne seçilen Cortez, Hispanik bir geçmişe sahip olup Porto Rico asıllıdır. ABD Kongresi’nde Trump politikalarına karşı en yüksek sesle konuşan üyeler arasına giren Ocasio-Cortez de, siması ve sesiyle, Trump karşıtı kampta en fazla duyulan yeni nesil siyasetçiler arasında ön plana çıkmıştır.
Başkan Trump’ın son dönemde çevre, insan hakları, sığınmacılar gibi konular yanında, Orta Doğu’ya yönelik geleneksel ABD politikalarını temelden değiştiren şekilde aldığı bir dizi kararın ve başlattığı uygulamaların, seçim süreci içine giren ABD içinde de, dikkat çekmeye başladığı izlenmektedir. Bunun ana sebebinin Trump Yönetimi’nin Orta Doğu politikalarının ABD ile Avrupa arasında ciddi bir görüş ayrılığına yol açması olduğu görülmektedir.
Avrupa ülkeleri Trump Yönetimi’nin Filistin konusunda birbirini takip eder şekilde aldığı bir dizi karardan, özellikle Başkan Trump’ın Başbakan Netanyahu’nun genişlemeci politikalarını desteklemesinden, İsrail’in Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’ni ilhak eden kararlarını tanımasından önemli ölçüde rahatsızlık duymaktadır. Trump Yönetimi’nin, bütün uyarılara rağmen, İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilmesi, Vaşington’un İran’a karşı tekrar uygulamaya başladığı ekonomik yaptırımlar AB ülkeleri başkentlerinde tepkiyle karşılanmıştır.
Trump Yönetimi’nin 8 ülkeye İran yaptırımlarından istisna uygulanması kararının Mayıs ayı başında kaldırılacağını açıklaması ciddi bir gelişmedir. ABD’nin İran’ın petrol satışını tamamen durdurmayı amaçladığı ortaya çıkmaktadır. Vaşington, İran ile ilgili nihai amacının bu ülkede rejim değişikliği olduğunu açıkça belirtmese de, Trump Yönetimi’nin İran halkının “kurtuluşundan” bahsetmesi ABD’nin İran’la ilgili esas amacını açık bir şekilde göstermektedir.
İran petrolünün en büyük alıcısı Çin’dir. Çin’i Japonya, Hindistan ve Türkiye gibi ülkeler takip etmektedir. ABD ekonomik yaptırımları devreye girdiğinde Vaşington, 8 ülkeye İran’dan petrol satın alınmasında istisna uygulayacağını, yani bu ülkelerin İran’dan petrol satın almaya devam etmesine ses çıkartmayacağını açıklamıştır. Bu ülkeler Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Tayvan, Türkiye, İtalya ve Yunanistan’dır. Vaşington şimdi bu ülkelere tanınan İran’dan petrol alma konusundaki 6 aylık istisnanın 2 Mayıs tarihinde sona ereceğini bildirmektedir.
Trump Yönetimi’nin tutumuna rağmen başta Çin olmak üzere ülkelerin İran’dan petrol almaya devam edip etmeyecekleri merakla beklenmektedir. Uluslararası petrol ticareti büyük ölçüde ABD doları ile yapıldığından Vaşington ödemeler konusunda bir denetleme uygulamakta, bunun yanında İran’dan petrol almaya devam edecek ülkeleri de ekonomik yaptırımlar uygulanmasıyla tehdit etmektedir.
Merak edilen diğer bir husus da Tahran’ın yanıtının ne olacağıdır. Tahran geçmişte kendi petrol satışlarının engellenmesi durumunda Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği tehdidinde bulunmuştur. Trump Yönetimi’nin aldığı İran Devrim Muhafızlarını terörist kuruluş olarak ilan etme kararından sonra, Vaşington’un şimdi İran’ın dış gelir kaynaklarını tamamen kurutmak için harekete geçmesinin Tahran Yönetimi’nde alarm zillerini çalmakta olduğuna şüphe bulunmamaktadır.
Tahran için endişe verici diğer bir husus da, Trump Yönetimi’nin İran’la ilgili kararlarını bölgesel “ortakları” İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte ve eşgüdüm içinde aldığının çok açık olmasıdır. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo 8 ülkeye uygulanan İran’dan petrol satın alma istisnasının kaldırıldığını açıklarken, Riyad ve Abu Dhabi de (uluslararası piyasada) petrol fiyatlarının artmasını önleyecek tedbirleri aldıklarını (petrol üretimlerini arttırdıklarını) açıklamışlardır.
Trump Yönetimi’nin Orta Doğu kararları ve uygulamalarıyla bölgedeki gerginliğin arttığına, kutuplaşmanın derinleştiğine şüphe yoktur. Başkan Trump, İran’ın bölgesel politikalarıyla Orta Doğu’yu karıştırdığı ve Tahran’ın Arap ülkelerinin iç içlerine karışmasına kesinlikle izin verilemeyeceği görüşündedir. Vaşington’un, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerle bölgedeki işbirliği giderek artmaktadır. Başkan Trump’ın son olarak, yine bugüne kadar uygulanan ABD politikasını değiştirerek, Libya’da (Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen) General Haftar rejimine meyletmesi ve Haftar’ı telefonla araması bu durumun son bir örneğidir.
Geçen hafta uluslararası alanda ön plana çıkan diğer bir isim de Julian Assange oldu. Assange, 7 yıldan beri yaşamakta olduğu Londra’daki Ekvator Büyükelçiliği’nden İngiliz polisleri tarafından çıkarıldı ve tutuklandı. Başkan Trump, Assange’ı tanımadığını ve WikiLeaks olayıyla bir ilgisinin olmadığını açıkladı. Ama Assange’ın 7 yıl önce ABD Dışişleri Bakanlığının gizli belgelerini açıklayarak, dolaylı da olsa, Başkan Trump’ın seçim kampanyasına “malzeme” sağladığı, gizli belgelerin bir bölümünün (dönemin Dışişleri Bakanı) Hillary Clinton’un özel e-posta sunucusundan sağlandığı biliniyor.
Uluslararası toplum Assange’ı kurduğu WikiLeaks adlı kuruluş aracılığıyla çok sayıdaki gizli ABD belgesini internet üzerinden açıklamasıyla tanıyor. Önemli bir bölümü ABD’nin Afganistan ve Irak Savaşları’ndaki rolüyle ilgili bu gizli belgeler açıklandığında ABD ve Uluslararası alanda yarattığı büyük tepki ve ABD’nin Assange’ı sorgulamak ve yakalamak için harekete geçtiği hala hatırlarda.
Julian Assange Avusturalya vatandaşı, kuruluşu WikiLeaks İsveç’te, kendisi Londra’da Ekvator Büyükelçiliğine sığınmış ve (geçen haftaya kadar) orada yaşamış, yayınlanan gizli belgeler ise ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan sızdırılmış. Konunun uluslararası boyutu, 7 yıl önce Assange’ın Londra’daki Ekvator Büyükelçiliği’ne sığınması ve Ekvator’un bu iltica başvurusunu kabul etmesi, Assange’a “sığınma hakkı” ve “vatandaşlık” vermesiyle daha da ilginç bir durum kazanmış.
Julian Assange’ın Londra’da Ekvator Büyükelçiliği’nde 7 yıl yaşamasının gündeme getirdiği bir konu da Diplomatik Dokunulmazlık ve Ayrıcalıklardır. İngiliz polisi Büyükelçiliğe ancak Ekvator makamlarının Assange’a sağlanan “diplomatik korumayı” kaldırmasından ve izin vermesinden sonra girmiş ve Assange’ı tutuklayabilmiştir. Assange’a tanınan “diplomatik korumanın” kaldırılması Ekvator’da yeni ve eski Cumhurbaşkanları arasında görüş ayrılıklarının ve tartışmaların çıkmasına sebep olmuştur.
Julian Assange’ın tutuklanabilmesinin ABD, İngiltere, Avusturalya, İsveç ve Ekvator Hükümetleri arasında 2012 yılından bu yana sürdürülen görüşmelerin ve temasların sonucu olduğu açıktır. Bu 5 ülkede Assange konusunu basın hürriyeti içinde değerlendirenler de bulunmakta, konunun uzun bir süre daha uluslararası toplumun dikkatini çekmeye devam etmesi beklenmektedir.
Paylaş