Huysuz ihtiyar: Koruma tut, mutlu yaşa



Haberin Devamı

Pencerenin dışında şurup gibi bir hava vardı. Kuşlar bile daha keyifli cikcikliyorlardı. Sokağa çıkmayı canım çekti. Telefona sarılıp özel bir güvenlik şirketini aradım.

‘‘Bir günlüğüne iki tane iri kıyım koruma görevlisi istiyorum’’ dedim.

‘‘Mekán mı korunacak, kişi mi?’’

‘‘Kişi, yani beni koruyacaklar.’’

‘‘Tehlikeli bir durum var mı?’’

‘‘Daha ne olsun, sokağa çıkacağım.’’

‘‘Yani, belli bir düşmanınız var mı?’’

‘‘Milyonlarca, herkes birbirine düşman.’’

‘‘Adam başına 250'şer dolar ödeyeceksiniz. Ayrıca masrafları da sizden olacak.’’

‘‘Tamam.’’ deyip adresi verdim.

Bir saat sonra 2 adam geldi. Aslında 4 adam geldi de, adamları ikişer ikişer birbirine ekleyip birer tane yapmışlar. Kısa olanı hafif yan dönüp kapıdan girdi. Omuzları öyle icap ettiriyordu. Ötekinin yüzüne bakmak için başımı bir hayli kaldırmak zorunda kaldım. Yüzünü görünce de ödüm patladı. İfadesiz iki göz, hamur haline gelmiş bir burun, ikisi alında biri çenede olmak üzere üç derin yara izi... Kendilerini Osman ve Yusuf olarak tanıttılar. Ve de yakın koruma mı, uzak koruma mı istediğimi sordular.

‘‘Şıp diye yanımda bitebilecek kadar uzaktan.’’

Evden çıkarken Osman asansörü kontrol etti. Sonra ‘‘Temiz, gelebilirsiniz’’ dedi. Apartman kapısından önce Yusuf çıktı ve caddede sağa sola bakındı. Ardından bize el etti. Biri önde biri arkada, iki korumamla yürümeye başladık. Bizim manavın önüne gelince durdum.

‘‘Buyur beyim.’’

‘‘Başlarım senin beyinden. Ulan üçkáğıtçı, 3 milyona kiraz mı olurmuş!.. Hem müşteri yok diye salya sümük ağlarsınız, hem de müşteriyi bulur bulmaz donuna kadar soymaya kalkarsınız!..’’

Bizim kazıkçı manav, iri kıyım lanet biriydi. Herife yıllardır gıcık oluyordum.

‘‘Sen ne biçim konuşuyorsun be!..’’

‘‘O biçim konuşuyorum. Bu kirazları tek tek kulağına sokmadığıma dua et!..’’

Manavın gözleri döndü,

‘‘Çek git başımdan, ihtiyarlığına bakmam fena yaparım.’’

Lafın burasında uzun Yusuf, kürek gibi elini manavın omuzuna koydu.

‘‘Mesela ne yaparsın?’’

Manavın yüzü değişti, sırıtmaya çalıştı, bir iki yutkunduktan sonra,

‘‘Hiiiç!..’’ diye fısıldadı.

Ana caddede yürürken yediği hamburgerin ketçap ve mayonez bulaşıklı naylon káğıdını yere atan gençten birinin önünde durdum.

‘‘İstanbul'un göbeği sizin köyün çöplüğü değil lan maganda!.. Al bakayım onu yerden.’’

Oğlan bir bana, bir de yerdeki çöpe anlamaz bakışlarla baktı. Sonra ketçaplanmış ellerini blucinine sürüp yumruk yaptı.

‘‘Almazsam noolucak lan moruk?’’

Lafın burasında Osman ensesinden tutup, burnu yerdeki káğıda değene kadar adamı eğdi. Herif biraz debelenecek gibi oldu ama, Osman bulaşıklı káğıdı yerden alıp magandanın ipek gömleğinden içeriye soktu.

‘‘Dert etme aslanım, biz alırız ve çöp tenekesine atarız.’’

Osman'la Yusuf'u benim bindiğim taksiye sığdıramadığım için onlara ayrı bir taksi tuttum. Uzun Yusuf, Murat arabanın arka koltuğuna yan yatar durumda binebildi. Önlü arkalı, yani eskortlu olarak yola çıktık.

‘‘Şu radyonu kapatır mısın?’’

‘‘Ne o, müzük sevmiyon mu?’’

‘‘Müzik seviyorum da, bu ince kadın sesiyle arabesk söyleyen herifleri sevmiyorum. Üstelik zırt pırt kornaya da basma.’’

Şoför bir fesüphanallah çekip radyosunu kapattı.

‘‘Kimseyi sağından da geçme ve öndeki arabanın kıçına bu kadar sokulma.’’

Koltuğunda yan oturup sol kolunu pencereden sarkıtmış olan şoför, ikinci fesüphanallah'ını çekip hızla gaza bastı.

‘‘Hösst!.. Onun bunun önüne dalma, trafiğin içine ettin. Bak gazın yanındaki pedalın adı fren pedalıdır.’’

Keskin şoförün solukları sıklaştı, yüzünde tikler oluştu.

‘‘Şimdi rahvan olarak beni Asmalımescit'e götür.’’

‘‘Asmalımescit neresi?’’

‘‘Sen Asmalımescit'i bilmeden İstanbul'da nasıl taksi şoförlüğü yapıyorsun a hıyar!..’’

Şoför sirenleri öttürerek arabayı sağa çekti.

‘‘Elimden bir kaza çıkmadan in lan aşağıya!..’’ diye höykürürken Osman, arkadaki arabadan gelip şoförün yanındaki koltuğa oturdu. Tabii zor sığdığı için kolunu ve omuzunu şoförün ensesine atmak zorunda kaldı. Böylece sarmaş dolaş Asmalımescit'e vardık. Arabadan inerken şoförün yanağını şapşaplayıp,

‘‘Bir daha kimseyi sağından geçme evladım tamam mı?’’ dedim. Herif, nefret dolu bakışlarla bana baktı, sonra da Osman'a bir göz atıp,

‘‘Geçmem ağabeyciğim’’ dedi.

Meyhaneye giderken yoldan geçenlerin kulak zarlarına cinsel tacizde bulunan birkaç dükkánın caddeye koyduğu hoparlörlerini kapattırdım. Daha doğrusu Osman'la Yusuf'u gören dükkán sahipleri seve seve kapattılar. Derken yolda yürüyen genç kızlara laf ve el atmayı zamparalık zanneden birkaç zıpır abazanla neşemi buldum. Ama en keyifli muhabbetimiz ellerinde sarı-lacivert rengi bayraklarla yürüyen,

‘‘Şampiyon Fener!..’’ diye bağırıp başka takımlara ana avrat söven, tıfıl bir genç grubuyla oldu. Herhalde maça gidiyorlardı ve Galatasaraylılarla aktif olarak mutlaka cinsel ilişkide bulunacaklarını iddia ediyorlardı. Ben de Osman'la Yusuf'a,

‘‘Biraz eğilir misiniz çocuklar, bu genç arkadaşlara kolaylık olsun.’’ deyip sakalları birkaç yıl önce bitmeye başlamış delikanlılara,

‘‘Haydi yiğitlerim, gün bugündür!.. Ben takım tutmam ama, bu iki herif koyu Galatasaraylı'dır. Dediğinizi yapın, vaadinizi yerine getirin!..’’ dedim. Fener'li çocuklar zamparalıktan derhal vazgeçip ara sokaklarda kayboldular.

Meyhaneye muhabbet için gidilir. Bu nedenle Osman ve Yusuf'la aynı masada oturduk. Ama onlar görev başında içki içmezlermiş. Bu yüzden ben rakı içerken onlar mezelere hamle edip meyve suyu içtiler. Osman'ı babası çok dövermiş. O da bu yüzden öfkelenip mahalledeki çocukları dövermiş. Sonra karatede Türkiye ikincisi, tekvandoda İstanbul şampiyonu olmuş. Bir Anadolu çocuğu olan Yusuf, askerliğini özel komando birliğinde yapmış. Bu işi de çok sevmiş. Bir tekmede bir duvarı delip, bir vuruşta bir ineği devirebilirmiş. İkisi de mesleksiz oldukları için önce gazino ve bar fedailiği yapmışlar. Sonra modaya uyup özel güvenlik şirketlerine katılmışlar. Hatta bir ara İbo'yla Tarkan'ın korumalığını bile yapmışlar.

Biz bunları konuşurken kulağımın dibinde akortsuz bir ses Selahattin Pınar'ın, ‘‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Size’’ şarkısını bir avaza okumaya başladı. Önce boşverdim ama, herif susmuyordu. Derken Saadettin Kaynak'a geçip güzelim şarkıları katletmeye başladı. Dönüp arkama baktım, ufak tefek ve kara kuru bir herif tek başına oturduğu masada elini kulağına koymuş, detone bir sesle höykürüp duruyordu.

‘‘O şarkının meyanı öyle değil. Üstelik bet sesinle Hicaz makamının ve muhabbetimizin içine ettin!..’’

‘‘Sana ne be, rakı benim ses benim. Beğenmedinse ittir ol, nah şu uzak köşedeki masaya otur. Kıçımın dibine seni ben mi davet ettim?’’

‘‘Osman, benim bile bu herifi meyhaneden atmaya gücüm yeter, ama madem para verdim bu işi sen yap.’’

Osman ağır ağır yerinden kalkıp arkamızdaki masaya gitti. Sıska herif de ayağa kalkıp Osman'ın çenesine bir sol bir de sağ kroşe vurdu. Osman yere yattı ve bir daha kalkmadı. Yusuf fırlayıp adama bir tekme attı. Ama kara kuru herif yan tarafına zıpladığı için tekme önce sandalyeye, sonra da duvara geldi. Duvarda ve Yusuf'un bacağında bir hayli tahribat oldu. Şarkı meraklısı adam ardından zıplayıp Yusuf'un önce çenesine sonra da midesine vurdu. Yusuf da Osman'ın yanına yattı. Ben de gidip herifin masasına oturdum. Beraberce,

‘‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Sizee...’’ diye ünülemeye başladık. Ne yapsaydım yani?..

Yazarın Tüm Yazıları