Paylaş
Birlik ve beraberlik ruhu
Geçenlerde Selim'le Yalçın çatkapı geldiler. Selim, ‘‘Seni dışarı çıkarmaya geldik. Anladık, acın var ama tekkeyi bekleyen derviş gibi kendini eve tıkmana artık razı değiliz. Çık da biraz insan içine karış. Boğaz'da karşılıklı iki kadeh içmeyeli kaç yıl oldu haberin var mı?’’ dedi. Yalçın,
‘‘Çiçek Pasajı'nda.’’ diye düzeltti. Ben,
‘‘Yahu, şimdi kalkıp kim giyinecek? Bu trafikte bir yere varana kadar canımız çıkacak. Ben size şıpınişi bir çilingir sofrası hazırlarım o, iki kadehi evde içeriz. Paranız da cebinizde kalır. Üstelik pencereden Boğaz da görünüyor.’’ diye diller döktümse de tutturamadım. Beni adeta soyup giydirdiler ve ite kaka kapıdan çıkardılar.
Selim ve Yalçın'la dostluğumuz zaman aşımına uğrayacak kadar eskiydi. Beni de gerçekten çok severlerdi. Onları tek tek görmenin olanağı yoktur. Her gün beraberdirler. Cağaloğlu'nda ortaklaşa işlettikleri küçük bir matbaaları vardır. Aynı apartmanda karşılıklı dairelerde otururlar. Ama her gece dairenin biri boştur. Bir arada yaşarlar. Ancak, yatmaya giderken ayrılırlar ve bir de tuvalete... Ama bu beraberliği cinayet işlemeden nasıl sürdürebildiklerini kimse anlayabilmiş değildir.
Bir taksiye bindik Selim, şoföre:
‘‘Boğaz'a gidiyoruz dedi.’’ Yalçın,
‘‘Hayır Pasaj'a gidiyoruz’’ diye karşı çıktı.
‘‘Sen ona aldırma şoför bey, Boğaz'a çek.’’
‘‘Hayır efendim, Pasaj'a gidiliyor. Bunun sözünü dinleyip sakın ha Boğaz'a doğru sürmeye kalkma... Tatsızlık çıkar sonra.’’
Şoför, arabayı Mecidiyeköy'ün akıl hoplatıcı trafiğinde zar zor yol kenarına çekti ve kontağı kapattı.
‘‘Niye durdun delikanlı, yürüsene.’’
‘‘Ben yürürüm ama önce siz nereye gideceğinize karar verin abiler.’’
‘‘Boğaz'a gidiyoruz dedim ya.’’
‘‘Hayır, Pasaj'a!..’’
‘‘Bu güzel akşam üstü Boğaz'ın mis gibi havası dururken Pasaj'a balık istifi gibi tıkılmak enayiliktir.’’
‘‘Boğaz'daki kokmuş mezelere bir servet ödemek daha mı az enayilik!..’’
‘‘Haydiyin abiler, polis bu tarafa geliyor.’’
‘‘En iyisi Oğuz'a soralım be.’’
‘‘Nesini soracağız? Son gidişimizde o magandalarla çıkan rakı mı bira mı kavgasından sonra bir daha Pasaj'a gelmemeye yemin etmemiş miydi?’’
‘‘TeKa 710... Niye yürümüyorsun?’’ diye polis tepemize dikildi.
‘‘Yürüyeceğim abi, ama müşteriler hangi meyhaneye gideceklerine bir türlü karar veremiyorlar.’’
‘‘Bak şuradan sağa sap, iki sokak aşağıda Cafer'in Yeri diye bir tabela göreceksin. Orası bizim ekipten emekli olan Cafer abinin işlettiği bir meyhanedir. Hem hesaplıdır, hem mezeleri temizdir, hem de sosyetedir. Arada bir katil Aykut Oray bile gelip orada içer.’’
Yalçın hışımla arabanın camından kafasını uzattı.
‘‘Derin devlet, artık meyhanemizi de mi tayin etmeye başladı!.. Hayır memur bey, biz Cafer'in Yeri'ne değil, Pasaj'a gideceğiz.’’
‘‘Yalan söylüyor memur bey, biz Boğaz'a gidiyorduk.’’
‘‘Nereye gidecekseniz basıp gidin ama bir an önce gidin!.. Trafiği tıkıyorsunuz.’’
‘‘Hem basmıyorum, hem gitmiyorum!.. Ben Pasaj'a giderken sen beni zorla arkadaşının meyhanesine mi göndereceksin?’’ diyerek Yalçın hışımla arabadan çıktı. Tabii Selim de,
‘‘Pasaj'a değil, Boğaz'a...’’ diyerek diğer kapıdan indi. Trafik polisi, göğüs cebinden bir defter çıkardı ve arabanın plakasını bakıp yazıp çiziktirmeye başladı. Kara kuru ve pedallara ayağını zor eriştiren şoförümüz de dışarıya fırladı.
‘‘Benim ne suçum var memur abicim, herifler bir oraya bir buraya gidelim deyince aklım şaştı, ben de durdum. Yazma be abicim. Bir haftadır hastaydım, valla işe yeni çıktım.’’
Bunca patırtıya Türk milleti duyarsız kalamayacağı için arabanın çevresi kalabalıklaşmaya başladı. Yayalar durup çevremize dikildi, dükkánlardan seyre çıkanlar oldu. Trafik zaten tıkandığı için arabalarından inip izleyici halkamıza katılanlarla hatırı sayılır bir kalabalık oluştu. Pet şişe su satıcısıyla bir simitçi de bir koşu gelip kalabalığa katıldı. Yalçın, polise;
‘‘Sen şimdi ne yazıyorsun?’’ diye sordu.
‘‘Ceza yazıyorum.’’
‘‘Sen istediğin kadar ceza yaz. Arkadaşının meyhanesine gitmiyoruz işte!.. Polis zoruyla meyhaneye gidilir mi be!.. Müşteri başına komisyon mu alıyorsunuz nedir? Biz Pasaj'a gideceğiz.’’
‘‘Hayır, Boğaz'a!..’’
Kalabalıktan biri,
‘‘İyi dedin be abi, bu sıcakta Boğaz püfür püfür eserken beyaz peynir kavunla bir kadeh rakı gibisi var mı hayatta?’’ diye iç geçirdi. Yanındaki arkadaşı,
‘‘Hele rakının yanında bir de piyanist-şantör olacak, Mahsun'dan 'Sevdalıyım'ı okuyacak!..’’
Yalçın polisi bırakıp Boğaz'severlere döndü.
‘‘Piyanist-şantörle rakıyı kırolar içer. Adam olan rakıyı muhabbetle Pasaj'da içer.’’
Kalabalığın içinden Yalçın'a da arka çıkanlar oldu.
‘‘Tabii be, Beyoğlu yerinde duruyorsa Çiçek Pasajı'nın yüzü suyu hürmetine duruyor.’’
‘‘Fakir adamın gücü Boğaz'a yetmez. Pasaj'da zengini de fakiri de eşittir.’’
‘‘Pasaj garipler yuvasıdır.’’
Kalabalıkta bölünme başgösterdi.
‘‘Haydi lan, Boğaz'ımız bütün dünyaya nam salmıştır. Onca turist akın akın Boğaz'da içmeye boşuna mı geliyor?’’
‘‘Paran yoksa sen de bira içersin arkadaş, ama Boğaz'da içersin.’’
‘‘Bira içmek hamallıktır be!..’’
‘‘Bu mübarek günde içki içmek günahtır evladım.’’
‘‘Boğaz'da içmek sevaptır beybaba!..’’
‘‘Tövbe tövbe!.. Millet hepten gávur kesildi.’’
‘‘Akşiyam simidi bunlaayr!.. Çıtır çıtıır!..’’
Yavaşça arabadan indim. Boğaz'cılarla Pasaj'cılar tartışmaya öylesine dalmışlardı ki, gidişimi kimse fark etmedi. Eve kadar yürüdüm. Zaten, evden çıktıktan sonra arabayla 300 metre kadar ilerleyebilmiştik. Acaba, Türkiye Boğaz'cılarla Pasaj'cılar, rakıcılarla biracılar arasındaki bölünmüşlükten ötürü mü bir türlü ileriye gidemiyordu diye yolda felsefe bile yaptım.
Eve gelip kendime bir kadeh şarap koydum. Bir saat sonra da Selim'le Yalçın damladılar. Suratlarında hafif bereler ve morluklar, elbiselerinde de küçük yırtıklar vardı. Mecidiyeköy Karakolu'ndan geliyorlarmış. Huzuru bozmak ve görevli memura hakaretten karakola götürülmüşler. Allah'tan nöbetçi komiser tanıdık çıkmış, şikáyetçileri barıştırmış. Bizimkileri de koyvermişler. Yalçın pek efkárlıydı.
‘‘Arkadaşlık uğruna ben Pasaj'dan vazgeçiyorum. Selim'in dediği olsun. Haydi, Boğaz'a gidelim’’ diye tutturdu. Selim,
‘‘Ne münasebet Yalçın'cığım, asıl senin dediğin olmalı. Sana daha çok vurdular. Kalkın Pasaj'a gidiyoruz!..’’
Onlar, Pasaj-Boğaz dalaşını sürdürürken ben önlerine birer kadeh rakı koydum, biraz da peynirle domates... Sonra, evden çıkıp kapıyı arkamdan sessizce kapattım. Emekli polis Cafer'in Yeri'ni arayıp buldum. Aykut Oray, gerçekten oradaydı. Sarılıştık.
‘‘Çekimden çıktık, bir kadeh içip yorgunluk gideriyordum. Ama bu gece seni bırakmam abicim. Haydi buradan çıkıp Boğaz'a gidelim’’ dedi. Ben de sıktığım dişlerimin arasından,
‘‘Hayır, Pasaj'a gidelim!..’’ dedim.
Paylaş