Bahar geldi, benim saka kuşunun çenesi düştü. Bir cikleme bir cikleme sormayın gitsin.
Ona hálá bir eş alamadığım için salonda kafesinin olduğu tarafa utancımdan geçemiyorum. Ama bu kuş milletinin en fuhuşkár cinsi, güvercinler. Penceremden bakıyorum, iki güvercini yanyana görmek mümkün değil. Hepsi üst üste... Yandaki parkta genç kızlarla delikanlılar el ele oturmuşlar, birbirlerine mırıl mırıl bir şeyler anlatıyorlar. Bütün kış bizim apartman paspasının üstünde kamyon çiğnemiş gibi yayılıp yatan sokak itleri bile, birbirlerinin üstüne hoplayıp zıplamaya başladılar. Hepsi ceylan kesilmiş miskinlerin. İstanbul'un leş gibi havasına rağmen, ağaçlardan gelen bahar kokuları penceremden sızıp adama of çektiriyor. Oflar arasında bağlamamı alıp ‘‘Kaçma güzel kaçma, ben adam yemem heey...’’ gibisinden sevda türküleri söylemeye başladım. Ne yani, benim başım kel miydi? (Evet, bir hayli.) Ben de áşık olamaz mıydım? Madem bahar gelmişti, benim de aşklarım gelmişti demek.
Ama sorun kime áşık olacağımdı. Şimdi kalk, duş yap, tıraş ol, giyin kuşan sonra da sokağa çıkıp áşık olunacak kız ara. Üff, bu aşk işi ne zor iş yahu!.. Acaba oturduğum yerden áşık olmanın bir çaresi yok muydu? Tabii vardı. Hemen televizyonu açıp áşık olacağım kızı seçmeye çalıştım. Özellikle şarkı klibi sunan kızlara bakıyordum. Ama her programda aynı kız vardı. Ya da bana öyle geliyordu. Hepsi saçı sarı boyalı, burnu yarısından kesilmiş, bu kesik yüzünden üst dudağı havaya kalkmış ve porselen dişleri dışarıya fırlamış kızlardı. Ayrıca tişörtleri herhalde yıkanmaktan kısaldığı için göbekleri de meydandaydı. Ama göbek dedimse, sahici göbek sanmayın. Sıskalıktan sırtlarına yapışmış karınları, insanda merhamet duyguları uyandırıyordu. Bunları altı ay besiye çekmeden áşık olmanın mümkünü yoktu. Üstelik ne dediklerini de asla anlayamıyordum. Ağızlarında bir düzine çiklet varmış gibi konuşuyorlardı. Muhabbetsiz aşk mı olurmuş?
‘‘Siz kaybettiniz kızlar’’ deyip televizyonu kapattım. Ahlaya oflaya giyinip kuşandım. Eşime telefon edip,
‘‘Tolga, ben áşık olmaya gidiyorum. Gecikirsem merak etme’’ dedim. O da,
‘‘Yanına pardösünü almayı unutma, bu havalara güvenilmez’’ dedi.
* * *
Evden çıkınca önümde yürüyen at kuyruklu kıza,
‘‘Size áşık olabilir miyim hanımefendi?’’ diye sordum. Kız bana dönüp,
‘‘Ulan sapık moruk, şimdi bir patlatırım tükürük gibi yere yapışırsın’’ dedi.
Kızın at kuyruğu saçları vardı ama, yakından bakınca sakalları da olduğunu gördüm. Aşk telaşı içinde çıkarken gözlüğümü evde unuttuğumu anladım. Hemen dönüp aldım.
Bizim caddenin tamamı işyeri olduğundan etraf sakallı bıyıklı bir sürü herifle doluydu. Áşık olacak kadını ara ki bulasın! Beyoğlu'na gitmek için otobüse bindim. Otobüste güzel bir çift ela gözle gözgöze geldim. Tam en çapkın gülüşümle sırıtmaya hazırlanıyordum ki, ela gözlü kız,
‘‘Buyrun oturun beybaba!’’ deyip bana yerini verdi. Yaralı bir gönülle koltuğa oturdum.
Taksim Parkı'nın merdivenlerini çıkarken soluklanmak için bastonuma dayanıp biraz dinlendim. Ama ağaçlardan gelen azdırıcı bahar kokuları adamı rahat bırakmıyor ki. Yanımdan geçen daracık mini etekli kıza,
‘‘Size áşık olabilir miyim hanımefendi?’’ diye sordum. Kız güldü. Bir kızı güldürdünüz mü, ilk raundu kazanmışsınız demektir.
‘‘Bana áşık olunca ne yapmayı düşünüyorsunuz?’’
‘‘Size şiir yazarım. Resminizi çizerim. Sonra o resmi başucuma asarım. Her gün çiçek bile gönderirim.’’
‘‘Bunca zahmete ne gerek var canım? Sen bana bir 100 milyon toka et, bir saat istediğin kadar áşık ol. Otel de nah şu sokağın içinde. 50 kağıt da otel alır.’’
Mini etekli kız bütün aşk hayallerimi yıkmıştı. Kırık bir kalple gidip bir banka oturdum. Elele dolaşan, dizdize oturan çiftleri görünce yine aşklarım tuttu. Anlaşılan sokaklardan bana hayır yoktu. Gidip bir bara oturdum. Duvarlardaki tiyatro ve film afişlerinden anladığım kadarıyla burası entel bir bardı. Yan masada oturan kalkık burunlu, iri dudaklı güzel kız okuduğu kitaptan başını kaldırıp bana gülümsedi. İçimdeki bazı teller tıngır mıngır titredi. Onu nihayet bulmuştum. Hemen söze girdim:
‘‘Sizin için ben yaşlı sayılır mıyım acaba?’’
‘‘Ben olgun erkeklerden daha çok hoşlanırım.’’
Sesime daha olgun ve dolgun bir eda verip,
‘‘Ne okuyorsunuz?’’ diye sordum. Hay sormaz olaydım!
‘‘Ahmet Altan'ı okuyorum. Siz de Ahmet Altan'la Orhan Pamuk'u sever misiniz? Son kitaplarını okudunuz mu?’’
‘‘Son bir yıldır gözlerim pek iyi görmediği için kitap okuyamıyorum.’’
‘‘Sinema Günleri'nde en sevdiğiniz film hangisi oldu?’’
‘‘Dizlerimin ağrısı yüzünden evden çıkamadığım için Sinema Günleri'ne de gidemedim.’’
Kız kitabını alıp kalktı. Gidip benden en uzaktaki masaya oturdu. Bir daha bana da dönüp bakmadı. Ben de solumdaki masada oturan kısa kesilmiş saçlı, güzel vücutlu kadına döndüm,
‘‘Size azıcık áşık olabilir miyim?’’
‘‘Sen eşcinsel misin?’’
‘‘Yoo, normal bir erkeğim.’’
‘‘Ama ben eşcinselim ve herif milletinden hiç hoşlanmam. Hele moruk olanlarından nefret ederim.’’
Bahara da aşka da sövüp sayıp, çıkık omuzlar ve parçalanmış bir kalple çalışma evime döndüm. Videoya kadınsız bir kovboy filmi koydum.
Gece yarısı kapım çalındı. Bu saatte kim ola ki? Gidip açtım ama kapı koluna tutunmasam düşecektim. Ben ağzım açık bakınırken kız hiçbir şey söylemeden içeri girdi. Bu kadar da güzel olunmaz ki canım. İnsana ceza yazarlar vallahi... Elindeki utu portmantoya asıp mutfağa daldı. Humusu, patlıcan salatası, midye pilakisi dahil muhteşem bir rakı sofrası hazırladı. Bizim evde bu mezelerin hiçbiri yoktu. Herhalde çantasında getirmişti. Ben rakımı yudumlarken o da utuyla dizlerimin yanına çöküp çok sevdiğim Mahur ve Kürdili Hicazkár şarkıları söylemeye başladı. O sırada kocaman bir mehtap da çıkmaz mı? Kız kalkıp ışıkları söndürdü. Mehtabın şavkı rakı kadehine vurdu.
‘‘Afedersiniz, siz kimsiniz?’’
‘‘Beni gönderdiler efendim.’’
‘‘Kim gönderdi?’’
Kız cevap vermedi ama, başını kaldırıp pencereden görünen gökyüzündeki yıldızlara baktı.
* * *
Sabah uyandığım zaman yanımda kimsecikler yoktu. Evde de kimsecikler yoktu. Yemek masası tertemizdi. Dolaba baktım, rakım da açılmamıştı. Cikirdeyen kuşa,
‘‘Bak senin moruğun bahar başına vurdu. Artık hayal görmeye başladı’’ dedim.