Paylaş
ÖZETLERSEK, bir önceki yazıda lafıma, Ak Saray’ın ilk hazırlık projesini ilk kez ne zaman gördüğümü anlatarak başlamıştım. Büyük Usta, taslak projeyi bana ilk kez gösterdiğinde yanımızda Yiğit de vardı.
Laf uzadı, Yiğit’i nasıl danışman yaptığımı yerlere kadar gitti. Detayda yoğunlaştığım için bizim makale “su basman seviyesini” çoktan geçti. Böylece konu elimizde olmadan bölündü. Ak Saray’ın yapılması içi bu yazıya kaldı.
Şimdi, tarihe tanıklık etmiş biri olarak Ak Saray olayını anlatacağım ve yaratıcılığımı o günlerde nasıl devletin hizmetine verdiğimi arz edeceğim.
***
Bunun mimarları oturmuş, yeni başkanlık sarayını yetmiş altı bin metrekare olarak çizmiş.
Tamam, o da iyi ama Büyük Usta’nın burada yapmak istediği şey başka. Memleketin itibarını bir AVM gibi havaya dikip, dosta düşmana göstermek istiyor. Batı medeniyetlerinin dili şeylerine kaçsın istiyor.
Mimar dediğin bunu hissedecek, anlayacak. Anlamadı mı o proje büyükşehir belediyelerinden birine çizilen Anayasa Parkı Projesi gibi olur. Bizim partinin mimarları bunu maalesef anlamamış.
ÖRNEĞİ BİZİM TÜRKİLER’DEN VERDİM
“Büyük Usta!” dedim. “Sen Nursultan Nazarbayev’in sarayının kaç metrekare olduğunu biliyor musun?”
Bilmediğini yüzüme boş boş bakmasından anladım.
“Yarın gelip misafirin olur bu sarayda. Hepsi bu kadar mı diye sana hava atar. Böyle bir şeyi kaldırabilir misin?”
Sinirlendi, seyrek bıyıkları oynamaya başladı. Demir tavında dövülür, deyip devam ettim doldurmaya:
“Türkmenistan pırezidantı Gurbanguli’nin sarayı da bundan büyük kalacak. Senin gibi bir dünya liderinin, culuk çağırır gibi (Gulu gulu) diye sesleneceği adamdan geri kalması revamı. Ver talimatı o mimarlarına, sayayı daha büyütsün” dedim.
Hak verdi, Yiğit yandan lafa karışacak oldu. Ekonomi sıkıntıdayken, diye başladı ağır masrafa getirdi lafını. Büyük Usta bir sinirlendi, bir dellendi. Yiğit’i yakasından tuttuğu gibi yere çalması bir oldu.
Altına almış, nasıl dövüyor. Keçeciler imalat sırasında keçeyi bu kadar dövmezler. Yiğit altta ciyaklıyor. Bir müddet karışmadım ki oğlan dersini iyice alsın. Lakin feryadı Dolmabahçe sarayının avizelerini zangırdatıyor.
İsveç ile Afrika Ginesi’nin yeni büyükelçileri de dışarıda. Adamlar itimatnamesini törenle takdim edecek. Feryadı duyunca ikisi birden titremeye başlamışlar. “Ya bize de girişirse?” korkusuyla birbirlerine sarılmış ağlıyorlar.
O DAYAK İŞE YARADI, SARAY BÜYÜDÜ
Biraz daha dövsün istiyordum ama baktım ki Büyük Usta bizimkinin kravatına sarılmış oğlanı boğmaya çalışıyor. Maazallah ölüp gidebilir. Ölmesi gitmesi kayıp sayılmaz ama muhalefet rahat durmaz.
“Saraydan Kız Kaçırma” operası gibi bunun da operasını yaparlar. “Sarayda Danışman Öldürme” adını verip, internette oynatırlar. O saatten sonra interneti yasaklasan bir türlü, yasaklamasan bir türlü, memlekete bir faydası olmaz.
“Ustam dur, aklı başına gelmiştir” deyip Yiğit’i elinden aldım.
Şekeri düşsün diye ağzına bir şeker tıktım, dışardakilere de “Bir muhallebi kapıp getirin” diye seslendim. Bu muhallebi işlerine Yalçın bakıyor. Koştu bir kap getirdi. Eliyle yedirdi.
Büyük Usta sakinleştiği zaman yeniden projeye döndük. “Bence bu saray en az iki yüz bin metre kare olmalı” diyecek oldum Büyük Usta lafı ağzıma tıkadı.
“Üç yüz bin metre kare olacak.”
Yiğit’e kızdı ya acısını projeden çıkarıyor. Ben de ne yapayım artık “İyi düşündünüz” diye gazı verdim. Ortaya üç yüz bin metrekarelik dev bir eser çıktı.
İnşallah ileride bir punduna getirip Fransa Başkanı’nı buraya davet edeceğiz. Ak Saray’da ağırlayacağız. Onların meşhur Elysee Sarayı sağdan topla, soldan topla 11 bin metrekare.
O ziyaret sırasında lafı Elysee Sarayı‘na getirip, sizinki kaç metrekareydi, diye soracağız. On bir bin metrekare cevabını aldığımızda da “Eh! Çok da fena değilmiş. Bizim sarayın müştemilatı kadar varmış” deyip lafı sokacağız.
O anın tadını düşündükçe şimdiden zevklenip, keyifle titriyorum.
***
Meraklısına not: O dayaktan sonra Yiğit epeyceakıllandı, bir daha Büyük Usta ile benim lafıma karışmadı. Beni gördüğü zaman boynunu büküp öyle mahzun duruyor.
O dayağı yemeden gösterseydin ya bu saygıyı, daha iyi değil miydi benim saçı jöleli oğlum?
ÖZETLERSEK, bir önceki yazıda lafıma, Ak Saray’ın ilk hazırlık projesini ilk kez ne zaman gördüğümü anlatarak başlamıştım. Büyük Usta, taslak projeyi bana ilk kez gösterdiğinde yanımızda Yiğit de vardı.
Laf uzadı, Yiğit’i nasıl danışman yaptığımı yerlere kadar gitti. Detayda yoğunlaştığım için bizim makale “su basman seviyesini” çoktan geçti. Böylece konu elimizde olmadan bölündü. Ak Saray’ın yapılması içi bu yazıya kaldı.
Şimdi, tarihe tanıklık etmiş biri olarak Ak Saray olayını anlatacağım ve yaratıcılığımı o günlerde nasıl devletin hizmetine verdiğimi arz edeceğim.
***
Bunun mimarları oturmuş, yeni başkanlık sarayını yetmiş altı bin metrekare olarak çizmiş.
Tamam, o da iyi ama Büyük Usta’nın burada yapmak istediği şey başka. Memleketin itibarını bir AVM gibi havaya dikip, dosta düşmana göstermek istiyor. Batı medeniyetlerinin dili şeylerine kaçsın istiyor.
Mimar dediğin bunu hissedecek, anlayacak. Anlamadı mı o proje büyükşehir belediyelerinden birine çizilen Anayasa Parkı Projesi gibi olur. Bizim partinin mimarları bunu maalesef anlamamış.
ÖRNEĞİ BİZİM TÜRKİLER’DEN VERDİM
“Büyük Usta!” dedim. “Sen Nursultan Nazarbayev’in sarayının kaç metrekare olduğunu biliyor musun?”
Bilmediğini yüzüme boş boş bakmasından anladım.
“Yarın gelip misafirin olur bu sarayda. Hepsi bu kadar mı diye sana hava atar. Böyle bir şeyi kaldırabilir misin?”
Sinirlendi, seyrek bıyıkları oynamaya başladı. Demir tavında dövülür, deyip devam ettim doldurmaya:
“Türkmenistan pırezidantı Gurbanguli’nin sarayı da bundan büyük kalacak. Senin gibi bir dünya liderinin, culuk çağırır gibi (Gulu gulu) diye sesleneceği adamdan geri kalması revamı. Ver talimatı o mimarlarına, sayayı daha büyütsün” dedim.
Hak verdi, Yiğit yandan lafa karışacak oldu. Ekonomi sıkıntıdayken, diye başladı ağır masrafa getirdi lafını. Büyük Usta bir sinirlendi, bir dellendi. Yiğit’i yakasından tuttuğu gibi yere çalması bir oldu.
Altına almış, nasıl dövüyor. Keçeciler imalat sırasında keçeyi bu kadar dövmezler. Yiğit altta ciyaklıyor. Bir müddet karışmadım ki oğlan dersini iyice alsın. Lakin feryadı Dolmabahçe sarayının avizelerini zangırdatıyor.
İsveç ile Afrika Ginesi’nin yeni büyükelçileri de dışarıda. Adamlar itimatnamesini törenle takdim edecek. Feryadı duyunca ikisi birden titremeye başlamışlar. “Ya bize de girişirse?” korkusuyla birbirlerine sarılmış ağlıyorlar.
O DAYAK İŞE YARADI, SARAY BÜYÜDÜ
Biraz daha dövsün istiyordum ama baktım ki Büyük Usta bizimkinin kravatına sarılmış oğlanı boğmaya çalışıyor. Maazallah ölüp gidebilir. Ölmesi gitmesi kayıp sayılmaz ama muhalefet rahat durmaz.
“Saraydan Kız Kaçırma” operası gibi bunun da operasını yaparlar. “Sarayda Danışman Öldürme” adını verip, internette oynatırlar. O saatten sonra interneti yasaklasan bir türlü, yasaklamasan bir türlü, memlekete bir faydası olmaz.
“Ustam dur, aklı başına gelmiştir” deyip Yiğit’i elinden aldım.
Şekeri düşsün diye ağzına bir şeker tıktım, dışardakilere de “Bir muhallebi kapıp getirin” diye seslendim. Bu muhallebi işlerine Yalçın bakıyor. Koştu bir kap getirdi. Eliyle yedirdi.
Büyük Usta sakinleştiği zaman yeniden projeye döndük. “Bence bu saray en az iki yüz bin metre kare olmalı” diyecek oldum Büyük Usta lafı ağzıma tıkadı.
“Üç yüz bin metre kare olacak.”
Yiğit’e kızdı ya acısını projeden çıkarıyor. Ben de ne yapayım artık “İyi düşündünüz” diye gazı verdim. Ortaya üç yüz bin metrekarelik dev bir eser çıktı.
İnşallah ileride bir punduna getirip Fransa Başkanı’nı buraya davet edeceğiz. Ak Saray’da ağırlayacağız. Onların meşhur Elysee Sarayı sağdan topla, soldan topla 11 bin metrekare.
O ziyaret sırasında lafı Elysee Sarayı‘na getirip, sizinki kaç metrekareydi, diye soracağız. On bir bin metrekare cevabını aldığımızda da “Eh! Çok da fena değilmiş. Bizim sarayın müştemilatı kadar varmış” deyip lafı sokacağız.
O anın tadını düşündükçe şimdiden zevklenip, keyifle titriyorum.
***
Meraklısına not: O dayaktan sonra Yiğit epeyceakıllandı, bir daha Büyük Usta ile benim lafıma karışmadı. Beni gördüğü zaman boynunu büküp öyle mahzun duruyor.
O dayağı yemeden gösterseydin ya bu saygıyı, daha iyi değil miydi benim saçı jöleli oğlum?
Paylaş