Trabzonspor, her açıdan alkışa değer mücadelesini ve galibiyet serisini sürdürüyor. Maça hızlı başlayan Karadeniz ekibi, oyunun hemen başında Ndiaye’nin kenar ortasında Sörloth ile golü buldu. Dengeleri değiştiren bu erken gelen golde Norveçli oyuncunun rakibinden kurtuluşu ve bitiriciliği kadar Aaron’un hatasının da konuşulması kaçınılmaz olacaktır. Tek görevi ligin en formda golcüsünü tutmak olan bir stoper nasıl bir kenar ortasında dalarak önünden rakip santrforun geçişini izler, anlamak gerçekten zor.
HAKİMİYET EL DEĞİŞTİRDİ
Geriye düşen Sivasspor rakibe önde pres yaparak buradan kazanacağı toplarla hücum etmeyi düşündü ve bir süre bunda başarı da sağladı. Kenardan oyunu izlemek yerine müdahale etmeyi bir prensip haline getiren Hüseyin Cimşir, Guilherme ve Sosa’yı bu bölgeye göndererek fazladan bir oyun kurucu oraya yerleştirip presi kırmayı başardı ve olası top kayıplarının ve verilecek pozisyonların önüne geçmiş oldu. Golden sonra skor avantajına sahip Trabzonspor topu rakibe verdi belki ama kalesinde tehlike de yaşamadı. 35’te Nwakaeme’nin sakatlanarak oyundan çıkması ve yerine A. Parmak’ın girmesiyle beraber oyunun kontrolü yeniden ev sahibine geçti. Ancak Sörloth ve savunma dörtlüsü dışında kalan bütün oyuncuların orta saha karakterli olmasıyla beraber Sivasspor’un topu yeniden kazanma süresi uzadı ve hâkimiyet de oyunda el değiştirdi. İlk yarı biterken maçın iyilerinden Sosa’nın kendi yarı sahasının sağından attığı uzun metrajlı diyagonal pasta maçın yıldızı Sörloth’un sert ortası Caner’e çarparak farkı ikiye çıkardı.
BEKLERİN MÜTHİŞ PERFORMANSI
İkinci yarıya baskılı başlayan Trabzonspor’da her iki kenar da orta saha karakterli oyuncular tarafından idare edildi. Merkeze kırık şekilde oynayan sağ ve sol kenarın açtığı koridora aynı anda hem Perreira’nın hem de Novak’ın bindirme yapması fark yarattı. Öyle oldu ki sağ kenardan sağ bek Perreira’nın etkili ortasına boş pozisyonda kafayı vurup golü kaçıran isim sol bek Novak oldu. Zaten iki bekin hem savunmada hem hücumda böylesine tempolu oynaması; Pereira’nın etkili ortaları ve Novak’ın gole yakın oyun anlayışı Trabzonspor’u ligin diğer bütün takımlarından ayıran en önemli fark. Zorunlu değişiklikler ve sakatlıklardan dolayı sıkıntı yaşayan Sivasspor, ikinci yarının ortalarından itibaren maçta üstünlüğü ele geçirdi. Gerek skor dezavantajı gerekse de uzaktan çekilen şutların sonuç vermemesi onları maça ortak etmekten alıkoydu. Uzatmalarda gelen Yatabare golü ise maçın skorunu belirledi.
KUZEYİN YILDIZ ALEXANDER SÖRLOTH
Maçın adamı hiç kuşku yok ki; bu sezonun en iyi transferi Sörloth oldu. Henüz ilk dakikalarda attığı golde kendisini saklaması ve bitiriciliği inanılmazdı. Öte yandan kenarlardan topun üçüncü bölgeye taşınmasında etkin rol oynaması ve zaman zaman arkası dönük toplar alıp içeriye yaptığı servislerle de etkili oldu. Ndiaye biraz daha dikkatli olsa maçın 25’inci dakikasında müthiş bir asiste de imza atacaktı. Maçın ve belki de sezonun yıldızı muhteşem performansına devam ediyor.
GUILHERME'NİN MEVKİSİZLİĞİ
ÖZETLERSEK, bir önceki yazıda lafıma, Ak Saray’ın ilk hazırlık projesini ilk kez ne zaman gördüğümü anlatarak başlamıştım. Büyük Usta, taslak projeyi bana ilk kez gösterdiğinde yanımızda Yiğit de vardı.
Laf uzadı, Yiğit’i nasıl danışman yaptığımı yerlere kadar gitti. Detayda yoğunlaştığım için bizim makale “su basman seviyesini” çoktan geçti. Böylece konu elimizde olmadan bölündü. Ak Saray’ın yapılması içi bu yazıya kaldı.
Şimdi, tarihe tanıklık etmiş biri olarak Ak Saray olayını anlatacağım ve yaratıcılığımı o günlerde nasıl devletin hizmetine verdiğimi arz edeceğim.
***
Bunun mimarları oturmuş, yeni başkanlık sarayını yetmiş altı bin metrekare olarak çizmiş.
Büyük Usta’yı hiç rahat bırakmadılar ki sarayında şöyle yayılarak otursun, makamının tadını çıkarsın.
Yok, tanesi bin liradan bardak alınır mıymış? Yok, teee İsrail’den lale ithal edilir miymiş? Yok, o avizelere kaç para verilmiş?
Hele “Üç yüz bin metrekarelik saray mı olurmuş?” diye bilip bilmeden laf sokanlar var ki boğazlarına sarılasım geliyor.
Niye mi bu kadar hassasım? Çünkü o sarayın her metrekaresinde benim fikri emeğim var. Mimar değilim ama mimarlardan çok emeğim geçmiştir.
Daha iş proje aşamasındaydı. Büyük Usta, Yiğit, bir de Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde oturuyorduk. Bilal oğlan da gelip geçen gemilerin fotoğrafını çekiyordu. Demek ki armatörlük çocuğun genlerinde varmış.
Büyük Usta gitti dolaptan bir rulo kâğıt çıkardı. Masaya yayıp bize gösterdi. Yiğit bir şeyden anlamadığı için öyle bakıyor. Benim çok mimar arkadaşım olmuştur. Proje çizgisine aşinayım.
“Bu görkemli bina nerede yapılacak?”
Geçenlerde Brigitte Bardot beni cepten aradı. Şaşıracağınızı, Brigitte Bardot ne alaka diyeceğinizi biliyorum. Bu güzel Fransız aktristi teee eskiden tanırım.
Tabii o zamanlar şimdiki gibi değildi. Suratı kırış kırış olup, çamaşır makinasından yeni çıkarılmış nevresime dönmemişti. Bütün dünyayı güzelliği ile çıldırtıyordu. Pablo Picasso ile Bedri Baykam’ın bu güzel kadın için tekme sille dövüştüklerini bilirim.
Pablo ileri yaşına rağmen domuz topu gibiydi, Bedri ise genç bir ressam adayı olarak daha narindi. Bunların ikisi de o vakitler Brigitte Bardot’a asılıyor. Gerçi kız ikisine de yüz vermiyor ama bunlar gayretli.
Cafe Fleur’da karşılaşıyorlar. Pablo buna el kol işareti yapıyor. Bedri Baykam da “Sen önce doğru dürüst kadın resmi çiz ressam eskisi. Çizdiğin bütün kadınlar kamyonla ezilmiş gibi görünüyor. Nedense gözleri hep aynı tarafta” diyor.
Pablo Picasso
Adım gibi biliyorum. Duygusal bir insan olan liderimizi Gezi olayları tetikledi. Orada kendini bilmez bazı paralelci polislerin, kendi halinde bağırmakta olan vatandaşların gözüne gözüne biber gazı tutması liderimizi sinirlendirdi.
Kamuoyunun önünde bunu belli edemezdi.
Mecburen polise sahip çıkar gibi yaptı ileri geri konuştu. Bu arada kurmaylarına da “Bana öyle bir yasa hazırlayın ki ahalinin özgürlüğü yüzde yüz korunsun” dedi.
Ben bu tarihi talimata tesadüfen tanık oldum.
Liderimiz tarafından iftara davetliydim. Tesadüfe bakın ki iftarın yapıldığı beş yıldızlı otelin balo salonunda tam da onun masasının yanına düşmüşüm. Sağ elimde bıçak, sol elimde çatal, hafiften bateri çalar gibi yapıp, müezzini bekliyorum.
Futbol Federasyonu Başkanımız Yıldırım Demirören’in Lig TV tayfasından Şansal Büyüka ile yaptığı konuşmayı izledim. İçimden “Helal olsun!” dedim.
“Zengin çocuğu ama halktan biri gibi konuşuyor.”
Bu muhalefet yine kudurdu.
Kılıçdaroğlu bir yandan Bahçeli bir yandan milleti fiştikleyip duruyorlar. Amaç, on iki yıl içinde, bin bir fedakârlık ile kurulan bu huzur düzenini bozmak, yerine kaos getirmek.
Bu arada “Kaos” sözcüğüne Google’dan baktım, çok kötü bir şey. Allah kimsenin başına “Kaos gibi dert” vermesin. Hani kişinin mabadında fistül çıktığında, şeyi nasıl acıyla tutuşursa bu ”Kaos” başa geldiğinde beteri yaşanıyor.
Kaos’u 77 milyona çıkan nüfusumuzdan bir örnekle izah edeyim. Kaos, aynı anda 77 milyon insanın mabadında fistül çıkması gibi bir şey oluyor.
Kaos’un merhemi de yok ki sürelim geçsin.
Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’ye, Demirtaş’a sormak isterim. Başımızdaki dünya lideri gitsin de başımıza Kaos mu gelsin? İnsanlar sokaklarda Kaoslu Kaoslu yürüyüp, birbirlerine atarlansınlar mı?
Çarşı karışsın, esnaf birbirine düşsün, sonunda
Köşe yazarının bir işi de eğri oturup doğru yazmak, yiğidin hakkını yiğide vermektir. Buna sosyoloji biliminde “Şık şık eden nalçadır, niyeti belli eden kalçadır” kuramı derler ki yaratıcısı benim.
Kalça neden önemli? Orası burası oynayan, oturduğu yerde kıvırtandan hayır gelmeyeceğini gösterdiği için.
Kısa bir süre önce “ahlâk imtihanından” geçtik.
Malûm paralel yapı, kabinemizin aslan gibi dört üyesine paralel yapı “Bunlar para yedi, size koklatmadı” iftirası attı.
Evlerini sanki IŞİD hücresiymiş gibi bastırdı. O baskınların birinde eski İçişleri Bakanımızın oğlunun evinde “para sayma makinaları” çıkmasın mı?
O dört makinayı şuursuz basınımıza gösterip