GEÇEN hafta Pakistan’daydım... Dönmek icap etti, istediğim kadar uzun kalamadım ama hálá havasından da çıkamadım.
Pakistan bir süredir, dünya sisteminin her an gözden çıkarabileceği bir ülke gibi duruyor. Gerçi Irak örneğinden sonra aleme nizam vermenin kolay olmadığı görüldü, ama hiç belli olmaz.
Doğrusu ben gazetecilik aşkından çok, sanki bir nevi "Irak sendromu" içine girmiş gibi, uçurumun kıyısında olduğunu hissettiğim ülkeleri dört dönüyorum.
Bu "yap-boz" coğrafyalarında, zaten aşısı tam tutmamış bu ülkeler, dünyanın çıkar haritasına göre bir desteklenip, bir kösteklenmekten helak olmuş vaziyette. Desteklendikleri dönemlerde yükünü tutmuş olanlar bir yana, her dönemeçte en büyük fatura fukara kalabalıklara çıkıyor. Yine de Irak’tan sonra, "Her şey savaştan, bunu kışkırtacak her hangi bir müdahaleden daha iyi" diye düşünür, azla yetinir olduk. Bakar mısınız yirmi birinci yüzyılın başında geldiğimiz noktaya?
Saddam Irak’ı, önce aşısı tutmamış, sonra yakın tarih süreci içinde şirazesinden iyice çıkmış bir ülke idi. En son uygulanan ekonomik ambargo ile tablo iyice kararmıştı. Tüm bunlara rağmen gelinen nokta, o karanlık sahneden bin beter. Bunu herkesten önce Saddam’dan kaçıp, sürgünde yaşayan Iraklılar söylüyor.
Hep benzer bir uçurumun kıyısına gelmiş ülkelerin, Irak gibi bir kadere mahkum olmasından korkuyorum. Oralarda dolaşırken, her şeye rağmen iyi-kötü devam eden hayatlarından eser kalmayabileceğini düşünüyorum.
Bir zamanlar Amman’da, bir süredir orada yaşayan Alman bir gazeteci arkadaşım, tarihi ve kültürü olmayan bir ülkede yaşamaktan nasıl bunaldığını, bir iş için Bağdat’a gittiğinde kendisini daha iyi hissettiğini söylemişti. Saddam’a, ambargoya ve her şeye rağmen, Bağdat’ta gezdiği kitap sergilerinden galerilere, bir sürü şeyin nasıl bir tarih ve kültür merkezinde olunduğunu insana hatırlattığını anlatmıştı.
Dünyanın yap-boz oyunları, tarih-kültür ne varsa silip süpürüyor. Bağdat Müzesi’nin nasıl talan edildiğini hatırlayın. O bir yana, yakın zamana kadar ve her şeye rağmen Irak’ta modern bir hayat alanı olduğunu hatırlayan kaldı mı? Şiilerin lideri senin, Sünni direnişçiler benim, mezhep savaşı senin, etnik çatışma benim Irak sanki ortaçağdan sonra hiç değişmemiş gibi gösterilmiyor mu? Pakistan’dan söz edilirken de artık benzer bir dil kullanılır oldu.
İktidar savaşları adına allak bullak edilen yerlerde, özellikle de "uygar dünya"da yaşayanların değerli bulabilecekleri veya özdeşlik kurabilecekleri hayat hiç yokmuş, olmamış gibi göstermek savaşları, müdahaleleri meşrulaştırmayı kolaylaştırıyor.
Batılılar eskiden bu ülkelerde kendilerine benzemeyen kalabalıkların varlığını görmez/göstermezken, şimdi bu ülkeleri kara kalabalıklar olarak göstermeye özen gösteriyorlar. Tam da bu nedenle, şu günlerde inadına uçurumun kıyısındaki ülkelerin hayatlarına tanıklık etmek, "cihatçı kalabalıklar"ın ötesindeki bin bir yüzünü görmek/göstermek gerektiğini düşünüyorum.