Paylaş
Tartışması değil, kavgası diyorum, zira mevcut Türkiye tablosunda, herhangi bir konuda seviyeli ve serinkanlı bir tartışma zemini oluşturmanın ne kadar zor olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Hemen belirteyim, zaten bazıları için bu tür tartışmalar çok büyük beden.
EXTRA LARGE
Tek sesli koronun mensupları olarak konuya boşuna girmeye çalışmaları nafile, bu tür konularda fikir yürütme aşkları onlara “extra large”.
Aklı fikri yetip, yaftalama, karalama döngüsünde ısrar edenlere de söyleyecek şeyim yok. Sadece akıl, izan ve iyi niyet taşıyanlar için ve geri adım atmak bir yana, söylediklerimin altını çizmek için bir hatırlatma yapmak istiyorum.
Bir kere ben “faşizm”den falan bahsetmiş değilim, ikincisi gidişata ilişkin bir tespiti değil, bir kaygıyı dile getirdim. Ayrıca, bunu ilk kez o röportajda değil, 17 Kasım 2009 tarihli, “Sivil İstibdat” başlıklı Radikal gazetesindeki yazımda dile getirdim.
Yine hatırlatayım, o yazıya, İngiliz İşçi Partisi’nin bir milletvekilinin (Helena Kennedy) bir ifadesi ile başlamıştım. Kennedy, “İstibdat her zaman sadece üniforma ile gelmez, Armani marka takım elbise ile de gelebilir, bu tehlike ile karşı karşıyayız” diyordu. Bu sözleri, iktidarda olan, kendi partisinin güvenlik gerekçesiyle sivil özgürlüklerin alanını daraltan birtakım uygulamalarına tepki olarak söylüyordu.
Hem de, daha 11 Eylül sonrası, özgürlükleri kısıtlayan fazladan tedbirler gündemde olmayan bir tarihte, 5 Temmuz 2001’de The Guardian Gazetesi’nde yayınladığı bir makalede söylüyordu. 11 Eylül sonrasında bu tartışma daha da büyüdü, hâlâ devam ediyor.
İngiltere’de, muhalif biri de değil, iktidar partisinden biri, kendi hükümetini, “askeri istibdat”la karşılaştırarak eleştiriyor, kimsenin aklına kadını tefe koymak gelmiyor. Bizde, çok daha vahim bir tablo karşısında bu türden kaygıları dile getirenlerin ne türden suçlamalara maruz kaldığını hep birlikte görüyoruz. Gidişatımızın istikametini daha iyi görmek için bundan iyi örneğe gerek yok.
“Ama biz büyük bir değişim dönemindeyiz, şimdi sırası değil, orası İngiltere” falan diyenler çıkabilir. İşte Türkiye’de demokrasi tam da bu kafa yüzünden gelişemedi. Resmi ideolojinin otoriterliğini pekiştiren de, bu “olağanüstü hal”cilik, bu “Biz henüz Avrupa demokrasileri seviyesinde değiliz, onlar bizim karşı karşıya olduğumuz tehlikelere maruz değil” mantığı idi.
Şimdi, bu mantığı, “büyük demokratik süreç” formatına dökmenin, demokratikleşme ile hiçbir alakası olamaz. Kendi yorumu, kendi öncelikli meseleleri dışında hiçbir görüşe nefes aldırmamanın mazereti hiç olamaz.
Bazı eski solcuların, Ruşen Çakır’ın çok güzel işaret ettiği gibi, “temel çelişki, tali çelişki” anlayışını, “Askeri vesayet temel çelişkidir” türünden dayatması da cabası!
Bu mantıkla, bu kafa ile, bu dil ile demokratikleşmemiz söz konusu değil.
YA BAŞARAMAZSAK!
Bu mantıkla mücadele ederek, karalamalara, sıkıştırmalara göğüs gererek, başta iktidar ama, tüm politik tartışmanın dilini değiştirmeyi başararak demokratikleşebilirsek ne âlâ, bu kafa mahkûm olacak.
Benim korkum, ya başaramazsak!
Bu korkumu, bu kaygımı izah etmeye, farklı toplumlarda durumun ne olduğuna dikkatinizi çekmeye devam edeceğim.
Düşe kalka, itişe kakışa demokratikleşmeyi başarırsak...
Paylaş