Paylaş
Hoca, kavramsal açıklamalar yapıyor ama bu işler hassas işler olduğu için kavramlar ikna edici olmuyor.
Bu öteden beri böyledir.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Cumhuriyet ideolojisinin revizyona girdiği 50’li yıllarda, muhafazakâr-sağ kesim laiklik ilkesinin katı tanımını yumuşatmak üzere “Fransız tipi laiklik” yerine “Anglosakson tarzı sekülerlik” fikrine sarılmıştı.
DP’nin fikir babalarından Prof. Ali Fuad Başgil, 1954’te “Din ve Laiklik” başlıklı bir kitap yazıp, konuya kavramsal bir çerçeve getirmeye çalıştı.
O günden sonra sağ-muhafazakâr çevre, “Laikliğe bir itirazımız yok. İtirazımız Fransız tipi laikliğe... Anglosakson modeli daha özgürlükçü, vatandaşın din ve vicdan özgürlüğüne müdahale etmiyor” diyen bir savunma söylemi geliştirdi.
ASLINDA NE DEMEK İSTİYORLAR
İşin aslı ne muhafazakâr çevrenin kalbi laikliğe ısınmış idi, ne de Cumhuriyet’in laiklik tanımında ısrar edenlerin vatandaşın “din ve vicdan özgürlüğü”ne aklı yatıyordu...
Kavram tartışmasının ardındaki gerçek bu idi...
Halen de büyük ölçüde durum budur...
Muhafazakâr dindarlar, laiklik diye tutturanların, aslında dinden imandan uzak adamlar olup, laikliğin ardına gizlenerek din adına ne varsa ortadan kaldırmaya çalıştıklarını düşünür...
Laikler de ötekilerin “din ve vicdan özgürlüğü” ardına gizlenerek dini bir düzeni tesis etmeye çalıştığına inanır.
Dindar-muhafazakârlar, “laiklik” denilen bir düzenleme olmaksızın, toplumun din adına bir sultanın altında ezilmesinin kaçınılmaz olduğuna samimi bir şekilde inanmaya yanaşmadıkları sürece bu kuşku hep var olacak.
Diğer taraftan laikliği savunuyoruz diye ortalara dökülenler, “dini inancın hurafeden ibaret olduğu, bilimin dinin yerini aldığı, gerekirse dinin bilimsel biçimde yeniden tanımlanması gerektiği” gibi kör bir pozitivizmde ısrar ettiği sürece, dindar muhafazakârlar laikliğe ısınamayacaklar. Akılları hep topyekûn bir dini düzen değilse bile, ona yakın bir ortam oluşturmaya yatacak.
BU KAVGA BÖYLE BİTMEZ
Fransa’dan, İngiltere’den örnek göstermenin, kavram tokuşturmanın, bu manada kimseyi ikna edeceği filan yok.
Dindarların da, dindar olmayanların da inanıp inanmama, inanıyorsa inancının gereklerini ister uygulayıp ister uygulamama gibi en temel özgürlükleri içlerine derinden sindirmeleri gerekiyor. Yoksa bu dolaylı kavga hep sürecek...
En kötüsü bu kavga sürdüğü sürece, laikliğe de, din ve vicdan özgürlüğüne de gönderme yapan “demokrasi”ye de inanç giderek azalacak. Her ikisi de ardına gizlenilen bir “kalkan”, bir aldatmaca olarak görülüp, cepheler keskinleşecek.
Bu ülkede yıllarca “laiklik kalkanı” ardına saklanan bir baskı rejimi uygulandı... İnançlar, özgürlükler hiçe sayıldı.
Şimdi sıra “demokrasi kalkanı” ardına sığınan bir sindirme dönemine geldi.
Mevcut iktidar, eğer gerçekten bu kafada değilse, bu görüntüyü dert etmeli. Belki yine her kesimden herkes ikna olmayacak, olması mümkün değil, ama niyetler halis olursa eminim toplumun çoğunluğu makul bir zeminde buluşabilecek.
Yoksa tabii isteyen istediğini yazıp çizsin de, bir büyük kavgayı yatıştırmak için kavram icat etmek nafile olacak. Dahası bu tür çabalar bile kavgayı kızıştırıp, safları keskinleştirecek.
Paylaş