Paylaş
Açıkça konuşmak lazım, aslında mesele “kurucu ideoloji”. Ama bunu da açmak lazım. Zira konu gelip “devletin kurucu ideolojisine laf etmeye” dayanıyor. Hiçbir rejim kendisini topyekûn sorgulayan bir itirazı sindiremez. O da doğru. Peki o doğru, bu doğru, o haklı, bu haklı diyerek bir yere varmak mümkün mü? Değil!
2 FAY HATTI
O halde, biraz daha açalım; ben, bu ülkede kurucu ideolojinin sorunlu olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü Cumhuriyet’in ulus devlet projesi; Kürt meselesi ve laiklik diye özetleyebileceğimiz iki fay hattından bel verdi. Cumhuriyet devrimi ulus devlet yaratma projesinde, muhafazakâr kalabalıkların sorun ve taleplerini rejimin sınırları içinde esnemek suretiyle çözemedi. Benzer bir şey, Kürt meselesi için de geçerli. Çözemediği noktada dayatmayı çare olarak gördü. Peki, geldiğimiz noktada, artık toplumsal kesimleri, farklı bakışları, hatta kurumları bu kadar karşı karşıya getiren bu kördüğümü “demokrasi” dediğimiz sihirli değnekle çözme şansı var mı? Bence yok. Demokratik süreçlere sonuna kadar titizlenmek gerekli, ama yeterli şart değil. Daha fazlası, daha kapsamlı bir dönüşüm ufku gerekiyor.
KAŞ KALKMASIN
Ayrıca kimse hemen kaşlarını kaldırmasın. Demokrasi mücadelesinde, “İç dinamikler yetmez, meseleyi ancak AB süreci halleder” diyen ben değildim. Diğer taraftan, hem siyaseti askeri müdahaleler mi düzenleyecek? diye itiraz edip, hem de siyasi çizgisini müdahalelerin rehberliğinde tanzim eden de ben değilim. Artık ve iyi ki, artık darbeyle, arbedeyle gidilecek yol kalmadı. Diğer taraftan, AB’den hayır olmadığı da anlaşıldı. Şimdi tüm tarafların külahlarını önüne koyup derin bir muhasebe yapması, uzun vadeli bir siyasi ufku devreye sokarak düşünmesi gerekiyor. Ama geldiğimiz noktada hâlâ, kurucu ideolojinin sorunlu olduğunu kabule asla yanaşmayanlarla başlayıp, darbe, arbede planı yapana kadar uzayan bir cephe, barışçı bir dönüşüme hiç prim vermeyip çözümsüzlükte ayak diretmekte ısrarlı. Diğer taraftan, kurucu ideolojinin topyekûn sorgulanmasına dayalı bir büyük değişimi, el yordamı siyasetler ve en kötüsü “karşı dayatma” hamlesi ile halledebileceğini sanan bir iktidar cephesi var.
Bakın, kurucu ideolojiler siyasi rejimleri tanımlar. Bu türden kurucu ideolojilerin değişmesinin bir yolu, devrimle alaşağı etmektir, bu toplumlara maliyeti büyük olan, bazen getirdiği götürdüğünü aratan belalı bir iştir. Dahası, aslında bir ülkede kurucu ideolojinin sorunlu olması, tüm çerçevenin sorunlu olduğu anlamına gelmez. Mesela ben kurucu ideolojinin laiklik tanımının sorunlu olduğunu düşünenlerdenim, ama laikliğin bir ilke olarak sorun olduğunu düşünmüyorum, tam tersine temel özgürlükler açısından vazgeçilmemesi gereken bir teminat olduğunu düşünüyorum. O halde, amacınız bu rejimi topyekûn değiştirmeden ve daha iyi bir geleceği hedefleyecek şekilde dönüştürmek ise, işiniz zordur. Bu zoru başarmanın yolu, bir tarafın sorunun varlığını kabul etmeye, diğerinin de dönüşümün karşı dayatma ile olmayacağını kabule yanaşmasıdır. Ne acıdır ki Türkiye’de siyasal süreç, bu zemine yanaşmak değil, uzaklaşmak yönünde ilerliyor. İki taraflı hamleler bu yönde. Gerisi lafı güzaf!
Birileri, hâlâ laikliğe ilişkin hukuki içtihadı imam hatiplinin önünü kesmek yönünde yapmayı çözüm olarak görüyor. Diğeri, demokrasi diye diye geldiği iktidardan, üniversitede en çok oy alan adamın rektör olmasının önünü keserek yol almaya çalışıyor.
SINAV EŞİĞİ
Bu gidişin yönü, daha fazla gerilim, çatışma ve siyasal sistemin tümüyle işlemez hale gelmesidir. Biz büyük bir dönüşümü başarmak veya başaramamak gibi bir büyük sınavın eşiğindeyiz. Darbe planları da, karşılıklı ayak oyunlarının da, demokrasiyi laf ebeliği sanmanın kimseye faydası olmayacak. Niyetimiz halisse, kör dövüşten fayda ummanın âlemi olmadığını anlamak zorundayız. “Göze göz mantığının sonu herkesin gözünün kör olmasıdır” vecizesini en çok hatırlamak gereken bir devri yaşıyoruz.
Danıştay’ın katsayı kararı, işte böyle bir tablonun küçük bir dipnotu, kör dövüşün son perdesidir.
Paylaş