Paylaş
Türkiye’de bir takım işaretlerin sivil otoriter siyasetlere doğru gidiş riskinden söz ediyorum. Ben bu kaygımdan dolayı suçlanırken, şimdi bir de, mevcut gidişi sivilleşme değil, ‘emperyal Türkiye’nin habercisi olarak yorumlayıp alkışlayanlar çıktı.
Geçen hafta, NTV’deki programımızda, üç generalin açığa alınması gibi örneklerin, tek başına, sivil siyasetin alanının genişlemesi olarak değerlendirilemeyeceğin-den bahsettim. Daha sivil bir demokrasinin Anayasal ve yapısal değişimler çerçevesinde garantilenmesi gerektiğini, yoksa askeri bürokrasi ile çatışmanın şahıslar düzeyinde kalması, buna karşın yapının korunması gibi bir riskle karşılaşabileceğimizi ileri sürmüştüm. Bir köşede,‘Emperyal Türkiye’nin omurgasının önemli parçası Türk Silahlı Kuvvetleri’ olacak’ başlığını görünce,‘kabusum acaba gerçek mi olacak?’ diye daha da kaygılanmaya başladım.
* * *
‘Emperyal’ iddia ve hayallerden oldum olası hazzetmem! Türkiye’nin iddialı dış politikasını, bu çerçevede heyecanla karşılayanlar olduğunu biliyorum. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile yakın ilişkiler içinde olmasını öteden beri destekleyen biriyim. Benim tavrımı belirleyen; bölgemizle, yakın kültür dünyaları ile kopukluktan uzaklaşmak ve ABD emperyal politikalarının, özellikle Irak işgalinden sonra, Ortadoğu’yu kana bulamaya devam etmesinin karşısında durmaktı. Ortadoğu’yu veya başka bir yeri Türkiye’nin emperyal heveslerinin alanı olarak görmek değil. Şimdilerde, Türkiye’nin Ortadoğu ile yakın ilişkileri, bölgesel barıştan ziyade, ‘Türkiye liderliği’ hevesi çerçevesine taşındı.
Emperyal heveslerin gerçek dünyada, özellikle Ortadoğu’da, karşılığı olmaması ayrı bir konu. Belli ki, Lübnan’da Başbakan’ın ‘Sultan’ diye karşılanması, bazılarını fazla heyecanlandırmış. Ortadoğu’da kimin, ne zaman, neyi, niçin söylediğini anlayabilmek için buralar hakkında biraz fikir sahibi olmak gerekir. Nitekim, yeterince fikir sahibi olanlar, ihtiyatlı değerlendirmelerle yetindiler. İyi de ettiler, zira, beş yıl önce Refik Hariri öldürüldüğünde, Batı ittifakı ve Lübnan’daki uzantıları, Suriye’yi hedef göstermişti. Bizimkilerden bu havaya kapılıp, Suriye aleyhinde demediğini bırakmayanlar, sonradan oğul Hariri Suriye ile anlaşıp, ‘Suriye’yi suçlamakla hata ettim’ deyince ortada kaldılar. Bu mevzuyu ağızlarına almaz oldular. Bu sahalara yeni dalanlara, heyecanlarını kontrol etmelerini ve bölge hakkında biraz okuma yapmalarını tavsiye ederim.
* * *
Yine de benim asıl sorunlu bulduğum, ‘emperyal Türkiye’ hayalinin, hayal olarak bile son derece sorunlu bir Türkiye tasavvuru olmasıdır. Dış politika bir yana, ‘emperyal emeller’ atfedilen politikalar, içerde de, eleştiriye tahammülsüzlüğü artırır. ‘Milli çıkar’ kavramı, bir de ‘emperyal vizyon’ gibi büyük hedeflere kitlenirse, her itiraz, kolayca, ‘düşmanlığa’, ‘düşmanlarla işbirliğine’, olmadı, ‘düşmanların emellerine hizmet etmekle’ yaftalanabilir. Bu demokrasiler için tehlikeli bir haldir. Olgun demokrasilerde, iç politika konuları olduğu kadar dış politika konuları da tartışmaya açık olmak durumundadır.
Neyse ki, Dış İşleri Bakanımız, Davutoğlu’nun kendisi de, dış politika çizgisinin ‘emperyal’ çerçevede değerlendirmesine karşı çıkıyor. Ancak, Soli Özel’in köşesinde (Habertürk, 28 Kasım) okuduğum bazı ifadelerini, demokratik siyaset anlayışı açısından sorunlu buldum.
* * *
‘Türk aydınından beklenen dışarıdaki düşman psikolojisini içeriye yansıtmaları değil, Türkiye’nin politikasını dışarıya anlatmalarıdır’demiş. Kendisine eşlik ettiğimiz bir İran gezisi dönüşü, ‘eleştiri’yi çok önemsediğini özellikle vurgulamıştı. Ben, kendisinden bu tavrını sürdürmesini bekliyorum. Eleştirel bakışları ‘düşman psikolojisini içeriye yansıtmak’ olarak görmek demokrasilerde çok vahim bir yaklaşımdır. Demokrasilerde, ‘hükümetlerin dış politika tercihleri’, ‘tartışılmaz milli politikalar olamaz’. Hele işin içine ‘düşman psikolojisini yansıtmak’ gibi ağır ithamlar girmeye başlarsa, otoriter ülkelerden farkımız kalmaz.
Paylaş