YILDÖNÜMÜNÜ geçtiğimiz hafta sonu idrak ettik, ama bence meseleyi hakkıyla idrak etmiş değiliz. 28 Şubat müdahalesinden söz ediyorum.
Lafla "darbe karşıtı" olmanın suyu çıktı ve pek de anlamı yok. Dahası, lafla darbe karşıtlığı, işin içinden sıyrılmanın en kolay yolu.
Çünkü, darbeler, aynı zamanda siyasal darboğazların sonucu ve zor olan bu darboğazları aşmak. Ancak Türkiye, darbe ihtimalinden sıyırmış olsa da, siyasal darboğazlarını aşabilmiş değil. Artık Türkiye’de darbe ihtimali yok, çünkü uluslararası konjonktür ve Türkiye’nin dünya sahnesindeki yeri, böyle bir müdahaleye geçit vermez. İyi ki böyle, ama bu tek başına umut vaat edici bir tablo olmaktan uzak.
YÜZLEŞEMİYORLAR
Darbeler üzerinde hakkıyla düşünüp taşınmış olmak bu açıdan, siyasal darboğazlardan kurtulabilmemiz açısından çok önemli. Oysa diğerleri bir yana sonuncusu, yani 28 Şubat ile de doğru dürüst hesaplaşmış değiliz. Her koşulda, "darbe karşıtıyım ezelden, gönül geçmez güzelden" havasındaki "demokrat"lar bir yana, "28 Şubat’ın hayaletiyle" boğuşmak laiklerin de, muhafazakárlarında işine gelmiyor.
Laikler, Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünün ne kadar dayatıcı bir sorun olduğunu anlamazlıktan gelmekte, inkár etmekte, küçümsemekte sonuna kadar direndirler. Bu uğurda, 28 Şubat müdahalesine destek vermek bir yana, böyle bir müdahaleyi kışkırttılar. Bununla yüzleşmekten hálá kaçınıyorlar. Bir kısmı AKP iktidarına karşı, keşke mümkün olsa da benzer yollarla sahneden kovulsalar duygusunu taşıyor. Diğerleri, bükemediğin eli öpme manevraları ile işi kurtarmaya çalışıyor. Olmuyor, çünkü hakiki bir toplumsal barış temeli kuramayan, sonuna kadar pragmatik bir uzlaşma, sağlam ve ikna edici değil.
Diğer taraftan muhafazakárlar, iktidar olmayı, iyiden iyiye bir öç alma imkánı olarak görüyor, kullanıyor. Böyle bir iktidar anlayışının toplumsal barışa ne kadar katkısı olduğu ortada. Dahası, acı ama gerçek, bu iktidarın temelinde 28 Şubat müdahalesinin harcı olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. Oysa bu, Türkiye’yi anlamaları açısından son derece önemli.
28 Şubat’a giden yola, laikler toplumsal dinamiklere, taleplere sonuna kadar direnme körlüğü ile, muhafazakárlar ise bu dinamikleri "İslamcılık" gibi dar bir mecraya sıkıştırarak taş döşediler. Refah Partisi’nden AKP’ye giden yol bir iç hesaplaşma ile değil, bir müdahalenin zorlaması ile oldu. Ama bundan çıkacak dersleri kimse üzerine almak heveslisi değil.
KARANLIKLAŞIYOR
Oysa siyasal darboğazları aşmak için, muhalefetin, karanlık yollara tevessül etmemeyi, bazı kurumlara yaslanmamayı ve en önemlisi, toplumsal dinamikleri doğru dürüst okumayı öğrenmesi lazım. Diğer taraftan iktidarın, bir toplumu hakkıyla yönetmenin yıldırmak, susturmak değil, asgari de olsa toplumsal barış zeminini kurmakla mümkün olduğunun bilincinde olması gerekiyor. Türkiye’de mevcut tablo bu değil, daha kötüsü, tablo giderek daha da karanlıklaşıyor.
28 Şubat’ın hayaleti, bir yandan başörtüsü yasağı başta olmak üzere din ve vicdan özgürlüğü konusundaki kuşku ve dirençlerle, diğer yanda, iktidarın 28 Şubat’ın öcünü almaya azmetmiş yıldırma-susturma siyasetleri ile aramızda dolaşmaya, daha doğrusu ayağımıza dolaşmaya devam ediyor.