Yaşlar büyüdükçe doğum günleri gittikçe zorlaşmaya başlıyor.
Bu zorluk tabii ki anneler için geçerli. Çünkü çocuklar için kullanılabilecek kelime ‘eğlenceli’ oluyor.
Kasımda Sinan’ın doğum gününü planlarken epey zorlanmıştım. Çünkü her gün beraber olduğu, oynadığı, pek çok şey paylaştığı 15 kişilik sınıf takımı vardı. Ve bir o kadar da benim arkadaşlarımın çocukları vardı. Ve bir o kadar da aslen benim olan ama Sinan’ın ‘büyük arkadaşları’ vardı. Toplam 75 kişi falan tutuyordu.
Önce bir yerle anlaşayım dedim. Büyüklere ayrı küçüklere ayrı fiyat çıkartarak birkaç yerle konuştum. Ortaya çıkan rakama biraz daha eklesem kocamı doğum gününde Venedik’e götürebilirdim yani!!! (Bir zamanlar böyle bir sürpriz niyetim vardı ama beceremediğim için yazabiliyorum.)
Dolayısı ile vazgeçmiştim. Sonra evde iki küçük parti yapayım dedim. Biri sınıf arkadaşları, biri de diğerleri şeklinde.
Birincisini yaptım. İkincisini zamansızlıktan, üşengeçlikten ve iş hayatının yoğunlaşmasından dolayı yapamadım. Sonuçta benim takıma ayıp oldu.
Her doğum günü yaklaştığında annelerin sinir katsayılarının arttığını görüyorum. Makul sayıda insanı evde ya da sokakta ağırlamak mümkün. Ama kişi sayısı arttıkça her iki türlü durumda da başa çıkılması zor bur durum oluşuyor. Adam başı kaç köfte, kaç sosis, sandviç sendromu, annelere hafif lezzetler arayışı içine giriyorsunuz.
Çocuklara verilecek küçük hediye paketçikleri hazırlamaya başlıyorsunuz.
Zor anam zor!!!
CİNSİYET PARTİLERİ
Nitekim son zamanlarda cinsiyet partileri ortaya çıktı. Ben daha ileriki yaşlarda bunun tercih edileceğini sanıyordum ama yaşarken öğreniyorsunuz ki öyle değil.
Geçen cumartesi Sinan’ın bir erkek arkadaşının doğum günü partisine sadece erkekler davetli idi. Daha önce de sadece kızların davetli olduğu başka partiler duymuştum.
Bu tabii ki annelerin değil, çocukların isteği. Ama annelerin de işine geliyor çünkü başa çıkılması gereken çocuk sayısında ciddi bir azalma oluyor.
Kızların partileri nasıl geçiyor bilemiyorum. Ama erkek ağırlıklı partilerin oldukça ağır, azgın ve yorucu geçtiğini, hatta bazen kavgalı bittiğini bile söyleyebilirim.
Düğün olsun, doğum olsun çocukluk olsun, kaçıp giden zamanları durduruyorlar
Ayşe Kaya ve Ahu Bürülkara, 1993 yılından beri arkadaş olan iki genç kız. Biri sosyoloji okumuş, biri de tekstilci olmuş. Ama yıllar süren arkadaşlıkları onları bambaşka bir işte bir araya getirmiş.
Onlar kaçıp giden zamanların fotoğrafçıları olmuşlar. Şimdi düğünlerin, doğumların, bizi ilgilendiren temel kısmıyla da büyüyen çocukların resimlerini çekiyorlar.
‘Biz bu işe reklam amaçlı ürün fotoğrafları çekerek başladık. Ama zamanla insanlar üzerinde yoğunlaşmayı ve özel çalışmalar yapmayı tercih ettik’ diyor Ahu.
Ayşe, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten sonra New York’a giderek fotoğraf çalışmaya başlamış. Buraya dönünce Ahu ile çalışmaya karar vermişler. Böylece ‘Ötekikare’ ortaya çıkmış.
DÜĞÜNLE BAŞLADILAR
Düğün fotoğrafları ile başlamışlar işe. Hem de kendi arkadaşları ile. Ama sadece eğlence kısmının değil, hazırlık aşamasının da resimleri bunlar: Kuaför, banyo, giyinme faslı, arada odaya ziyarete gelenlerle sarılıp ağlaşmalar, ayakkabı altına yazı yazmalar resimlenmiş. Daha sonra da düğünün eğlence kısmındaki küçük detaylar... Gelin ve Damat’ı Ayşe, yakınları ve davetlileri de Ahu takibe almış.
Bir sürü resim çekiliyor ve hepsi irili ufaklı basılarak bir albüm haline getiriliyor. Tamamen doğal olarak, yaşanan anlar içinden çıkan kareler bunlar.
İkili daha sonra evlendirdikleri kişilerin hamilelik ve doğum fotoğraflarını da çekmeye devam etmişler.
SIRADA ÇOCUKLAR
Şimdi de yuvalara ya da evlere gidip, bütün bir günü veya gerekirse günleri çocuklarla geçirip onların müthiş ifadelerini fotoğraflıyorlar. Hamilelik, doğum ve bebeklik fotoğraflarının yanı sıra büyüklük halleri ilgilerini çekiyor. Sosyoloji okumuş olması, insan ilişkilerine verdiği önem ve bu hisleri yüzlerde yakalama eğilimi Ayşe’yi çok heyecanlandırıyor.
‘Hele hele çocuklarla çalışmak çok zor ama çok heyecan verici. Çok doğallar. Utanmaları, sıkılmaları, ‘zayıf görünme’ gibi endişeleri yok. Ben daha çok poz değil, doğal görüntüleri yakalamak istiyorum. Onun için de uzun zaman geçirmek lazım. Çünkü özellikle kız çocukları poz vermeye bayılıyor. Ve inanın nasıl poz vereceklerini bile biliyorlar. Poz verilen resimlerin yanı sıra bizim isteğimiz yaşamın içinden anları yakalamak olduğu için uzun zaman geçirmek durumunda kalabiliyoruz onlarla. Başta bütün dikkatleri bizim üzerimizde iken sonra alışıyor ve bizi unutuyorlar. İşte o zaman daha hoş görüntüler ortaya çıkıyor.’
Eve gelinip burada aile ortamında çekilen fotoğraflarla yuvalarda çekilen fotoğrafların da çocukların görünümü açısından çok farklı olduğunu söylemek lazım. Evde anne-baba, çocuk ilişkisini görebiliyorsunuz. Yuvada ise aileden uzak başka bir ortam söz konusu. Oradaki bazı ifadeler, anne-babanın her gün evde çocuğunun yüzünde gördüğü ifadeler olmuyor. Bunları yakalamak amaç.
Tabii sadece çocukların yüz ifadeleri olmuyor bu resimler. Birbirleriyle oynarlarken, hatta kavga ederlerken bile hoş fotoğraflar çıkabiliyor.
Ayşe çok hızlı büyüyen çocukların, devamlı değişen dönemlerinin, gelişmelerinin kaçırılmaması gerektiğini düşünüyor. Amaçları da düğün olsun, doğum olsun, çocukluk olsun, işte bu kaçıp giden dönemleri yakalamak.
Çekilen resimlerin bazılarını www.otekikare.com sitesinde bulabilirsiniz.
ANNEMİN KÖŞESİ
Apışıp kaldım!
Annemin ağzından ne çıkacağı belli olmuyor. Neyse ki onun ağzından çıkan şeyler genelde ikimiz yalnızken oluyor da bir sorun çıkmıyor.
Geçen gün Sinan’ın 4 sınıf arkadaşı ile evde oturuyordum. Hepsi erkek tabii. Onlar minderde, ben arkalarında koltukta. Annem telefonla aradı. Ne yaptığımı sordu, ben de söyledim. Bayılıyorum bu çocuklara dedim.
‘Sen her zaman oğlanları severdin zaten...’ dedi bana.
Apışıp kaldım yani. Sanki çocuklar bu lafı duymuşlar gibi tırstım.
Güldüm de...
Ama sonra dank etti: Ben ne zaman, hangi oğlanlara bayıldım ki!
Hani bu lafı başkası duysa ne düşünür bilemem ki!!!
Siz yanlış bir şey düşünmeyin ha!!! Annemin her zamanki hali işte...